Fevzi Şahingöz

Evli ve üç cocuk sahibi olan Fevzi Şâhingöz, 1946 yılında Yerköy – Sarayköy’de dünyâya geldi.

İlköğretimini Yerköy – Sarayköy İlkokulunda, ortaöğretimini Kırıkkale Lisesinde ve yüksek öğrenimini de, Ankara Ticaret ve Turizm Yüksek Öğretmen Okulunda yaptı ve 1970 – 1971 öğretim yılında mezun oldu.

1971 – 1973 yıllarında, Kahramanmaraş ve Kırıkkale İl’lerinde öğretmenlik ve müdür yardımcılığı, 1974 – 1979 yıllarında, Kırıkkale Ticaret Lisesi Müdürlüğü, 1980 – 1983 yıllarında Milli Eğitim Bakanlığında Müfettişliği, 1983 – 2009 yıllarında Milli Eğitim Bakanlığı Başmüfettişliği görevlerinde bulundu. Ayrıca, 2 dönem 5 yıl süre ile İLKSAN Denetleme Kurulu Üyeliği görevini yürüttü. 2009 yılının Nisan ayında emekli oldu.

Talim ve Terbiye Kurulundan onaylı, Ticaret ve Turizm Terimleri Sözlüğü isimli kitabı yazdı. Fevzi Şâhingöz’ün yazdığı 150 adet şiirinden 17 tanesi, Türk halk müziği türkü formatında T.R.T. sanatçısı İmran Koç tarafından bestelenmiş, ayrıca, Türk sanat müziği formatında da bestelenmiş 25 eseri mevcuttur. Bunlardan 10 tanesi T.R.T. repertuar kurulundan geçmiştir.

Fevzi Şâhingöz’ün eğitim hakkındaki yazısı

Yolumuza çıkan dikenler, ya ektiklerimiz ya da biçemediklerimizdir. İnsanların hayât seviyeleri ne kadar yükselirse yükselsin, insan sadece kendi merkezi etrafında dönmez. Daima başkaları ile ilişki halindedir. Kişinin aldığı eğitim, bilgi birikimi, disiplini, yaşadığı çevre ve bu çevrenin sosyo-ekonomik durumu, yazılı ve görsel basının etkisi, aile ve toplum ilişkileri kişiliğin gelişmesinde belirleyici birer faktördür.

Bireyler küçük yaşta; kıskançlığı, kini, bencilliği, nefreti, ikiyüzlülüğü, açgözlülüğü, küfürlü konuşmayı, israfı, yalan söylemeyi ve saldırgan olmayı ya da sevgiyi, kardeşliği, dostluğu, kendisine güveni, sorumluluğu, cesareti, dürüstlüğü, doğru düşünmeyi, bilimsel davranmayı, barışseverliliği ve paylaşmayı bizlerden ve örnek aldığı ya da etkisi altında kaldığı kişilerden öğrenmektedir.

Zira, fazilet irsi değildir. Bireyin kişiliğinin ve karakterinin gelişmesinde ailenin, çevrenin, aldığı eğitimin ve özellikle öğretmenin fonksiyonu çok büyüktür. İnsan eğitimle doğmaz, ama eğitimle yetişir.

Unutmamalıdır ki, aile ve öğretmenin vereceği eğitim ve bilgi çok önemli bir konudur. Eğitimin, ilk ve en iyi merkezi ailedir. Napolyon bu konuda,” Bana iyi analar veriniz, size iyi vatandaşlar vereyim” demiştir. Yalnız çocuk doğurmak, bir kadını anne yapmaz. Anne ve babanın yaşamı çocuğun örnek kitabıdır.

Bir çocuğun küçükken aldığı ilk izlenim bütün ömrü boyunca devam eder. Bu konuda Pestalozzi; “Çocuğun kalbini bana veriniz, ona her şeyi yaptırırım” demektedir. Bir öğrenciyi avcumuza almak istiyorsak, onun kalbini kazanmak durumundayız.

Çocuğun yetişmesinde ve gelişmesinde aile ve öğretmenlere büyük sorumluluklar düşmektedir. Öğrencilerin hatalı davranışları, sebep-sonuç ilişkileri gösterilerek ikna edilmeli, eğitimde uygulanacak ödül ve cezalar hem son derece az bir ölçüde olmalı, hem de öğrenciye gayet haklı gelmelidir. Ödül ve ceza her zaman gereklidir. Çünkü bunlar iradeyi zorlayan araçlardır.

Öğrencilere verilecek ceza, bir ilaç sayılmalı ve öyle verilmelidir. Ancak İbni Sina; “Çocuğun eğitiminde teşvik, tehditten daha çok sonuç verir” diye söylemektedir. Zira eğitim, eğriyi kırmadan doğrultma meselesidir. Yani, ceza son çare olmalıdır.

Öğretmenlik sadece, okumayı öğretme, işlem yaptırma, sınıf geçirme ya da bırakma işi değildir. Öğretmenlik, insana şekil veren, yeteneklerini ortaya çıkaran ve onu yetiştiren çok önemli bir meslektir. Öğrencinin yapısının ne olduğunu keşfedip, o alanda başarısının temin edilmesi gerekir. Eğitimin amacı yetenekleri geliştirmektir. Bu bakımdan, öğretmen ebediyete hükmeden insandır ve tesirinin nerede biteceği asla bilinmez.

Diğer mesleklerden ayrı olarak öğretmen ruh yaratır, verdiği eğitim ve bilgilerle geleceğin güvenli ve sağlam ellere teslim etmesini sağlar. Bir neslin kaderini, bir evvelki nesil tayin eder. Bu bakımdan, istikbalimizi birer öğretmen olarak bizler inşa etmekteyiz.

Geleceğimizin tuğlaları çocuklarımız, harcı ise onlara aktardığımız kültürümüz, ahlakî davranışlarımız, bilgi ve görgülerimizdir. Eğer geleceğimizin binasını, kuvvetli ve kudretli olmasını istiyorsak, bu harcımıza dikkat etmeliyiz. Gelecek gençlerin, gençler ise öğretmenlerin eseridir.

Büyük İskender, “Benim gerçek babam Filip değil, Aristo’ dur” demek suretiyle, öğretmenin değerini babadan üsttün tutmuştur. Atatürk bu konuda; “Bir millet esas değerini eğitimle kazanır. Öğretmenler, yeni nesli siz yetiştireceksiniz ve yeni nesil sizlerin eseri olacaktır.

Eserin kıymeti sizin maharetiniz ve fedakarlığınız derecesiyle mütenasip olacaktır. Öğretmenler, yetiştirme ve eğitme görevlerini tam yapamazlarsa, ülke için yıkım olur. İnsanları gerektiği gibi eğitmeyen toplumlar, uşak olmaya mahkûmdur.

Bir millet eğitim ordusuna sahip olmadıkça, savaşta ne kadar parlak zaferler elde ederlerse etsinler, o zaferlerin kalıcı neticeler vermesi ancak eğitim ordusuyla sağlanabilir. Eğitim ordusunun kıymeti, siz öğretmenlerin kıymeti ile ölçülecektir” demekle öğretmenin ve eğitimin ne kadar önemli olduğunu vurgulamıştır.

Ayrıca, “Hayâtın her safhasında olduğu gibi, özellikle öğrenim hayâtında sıkı disiplin başarının esasıdır. Müdürler ve öğretim kadroları disiplin sağlamaya, öğrenciler ise disipline uymaya mecburdurlar” diyerek eğitimde disiplinin esas olduğunu belirtmiştir. İnsan emeği ve insan aklı ile meydana gelen her değerli eserde, bir öğretmenin imzası bulunur.

Öğretmen ne ise okul odur, okul ne ise toplum odur. Bir ülkenin geleceği, o ülke insanlarının göreceği eğitime bağlıdır. Ahlâk, ruh ve görev bilinci yönünden çökmüş olan bir dünyâ, ancak eğitimle, insan yetiştirmekle, insanlara erdemi öğretmekle kurtulur.

Öğretmen ve ağaç ürünlerinden belli olur. Goete bu konuda; “Öğrencilerin bilmeleri gerektiği konularda, daha çok şey bilmeyen bir öğretmenden daha korkunç bir şey olamaz” demektedir. Bu bakımdan öğretmen, derslerine hazırlıklı gelmeli, geniş bir kültüre sahip olmalı ve yenilikleri takip etmelidir. Öğretmek için yeniden öğrenmek gerekir. Kendisini eğitmeyen başkasını asla eğitemez.

Ne kadar bilirseniz bilin, bütün bildikleriniz karşınızdaki öğrencinin anladığı kadardır. Anlamayan değil, anlatamayan sorumludur. Eğitim sevgi ile başlar. Bu nedenle, görevin öğretilmesinden çok sevdirilmesi gerekir. İnsanın bir şeyi öğrenmesi için, her şeyden önce o şeyi sevmesi büyük önem taşır.

Öğrencilerine öğrenme isteği aşılamayan bir öğretmen, soğuk demiri dövüyor gibidir. Eğitim sadece ders anlatmak değil, kişinin içindeki yeteneklerini geliştirme ve aklını kullanmayı sağlama aracıdır. Atatürk, eğitim konusunda; “Öğretmenlerin en önemli görevi, öğrencilerine doğru düşünmeyi öğretmelidir. Düşünmeden yetişen genç, günü gelir, öğretilenlerin dışında kalan yeni durumlar karşısında şaşkınlaşır ve kendi yerini bulamaz.” demektedir.

İnsanlara yapılacak en büyük iyilik, onlara akıllarını kullanmayı öğretmektir. Düşünmeden öğrenmek vakit kaybetmektir. Bir şeyi ezberlemek, onu bilmek değildir. Bir şeyi gerçekten bilmek için, o şeyi anlamak lazımdır. Anlayamadığımız bilgiler bizim olamaz.

İnsan ancak anladığını duyar. Zira papağan da, söylenenleri anlamaz ama, aklında tutar. Amaç itibariyle öğrenim bir ezber işi değil, olaylar arasında bağlantı kurabilen, durumu değerlendirip muhakeme yapabilen, genç beyinlerde ilgi ve istek uyandırma işidir.

Eğitim ve öğretim hayât boyunca devam eden bir süreçtir. Toplumların gelişmesi, insanlığın refah düzeyine ulaşması, o toplumdaki insanların görecekleri eğitimle yakından ilgilidir. Güzel eğitilmiş bir milleti yönetmek kolay, esir almak zordur.

İlim önemli bir hidayet rehberi ve ışıktır. Işıktan uzaklaştıkça, karanlık artar. Bilgi insanları olgunlaştırır ve fikir sahibi yapar. Bilgi önceden görme ve hareket imkanı sağlar. Bilgi olmazsa akıl işe yaramaz. Eğitim ve bilgi olmayan yerde cehalet ilim olur.

Atatürk bu konuda; “Milli Eğitim programlarımızın, milli eğitim siyasetimizin temel taşı, cahilliğin yok edilmesidir. Biz cahil dediğimiz vakit mutlaka mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir.

Bu memlekette eskiden biri bilgisizlik devam ediyor. Eski idareciler, bu bilgisizliği devam ettirmeyi kendi devamları için gerekli görüyorlardı. Bu memlekette cehaleti ortadan kaldırmak lazım. Başka kurtuluş yoktur.. Bizim takip edeceğimiz maarif siyasetinin temeli, evvela mevcut cehaleti izale etmektir” demekle, cehaletin her türlü kötülüğün anası olduğunu belirtmektedir.

Büyük düşünür Goete ise; “Dünyâda en korkunç şey, cehaletin ayaklanmasıdır” demekle cehaletin vahametini vurgulamaktadır. Dünyâda her türlü kötülük, hemen her zaman cehaletten gelir. Bu bakımdan toplumun düşmanı cehalet olduğu, asla unutulmamalıdır.

Tarihe bir bakıldığı zaman, büyük felaketler ve cinayetler, bilgisizler ve cahiller tarafından işlenmiş olduğu açıkça görülür. Bugün, göz açtırmayanlar, dünkü göz yumduklarımız olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız.

Netice olarak; eğer eğitimin pahalı olduğunu düşünüyorsanız, bir de cehaletlin neye mal olduğunu düşününüz. Öğrenmek pahalıdır ama, cehalet çok daha pahalıdır. Fevzi Şâhingöz – M.E.B. Başmüfettişi

Bir yanıt yazın