
Türk sanat müziği bestekârlarımızdan Buhurîzâde Mustafa Itrî; hayâtı, besteleri, sitemde bulunan eserlerinin bütün bilgileri, sözleri, notaları ve video yorumları.
Hayâtı
Asıl adı Mustafa’dan çok, mâhlâsı olan Itrî ile üne kavuşan Buhurîzâde Mustafa Itrî, 1630 – 1640 yılları arasında, İstanbul’da, Şehremini ya da Mevlânakapı dolaylarında, o zaman “Yaylak” denilen yerde dünyâya geldi ve aynı kentte öldü.
Mûsıkîde hocası, büyük mûsıkîşinas, Hâfız Post‘tur. IV. Mehmet döneminden başlayarak ,beş padişahın yönetiminde yaşadı. Ölümüne dek yaptığı besteler ile müzik geleneğimizin dâhîsi sayıldı.
Şâir, neyzen, hattat olarak da ustalığını kabul ettiren Itrî’nin, 1000’i aşkın olduğu bilinen bestelerinden, ne yazık ki pek azı günümüze ulaşabilmiştir. Kendisinden sonraki besteci kuşaklar üzerindeki etkisinin büyüklüğü, tartışmasız kabul görmüştür.
Çağdaşlarının, ölümüne tarih düşürmek amacıyla kaleme aldığı mısralar ile, bestelediği yapıtlarda, güfte olarak kullandığı şiirlerin, yazılış tarihlerine göre, yaklâşık 1630 ile 1640 yılları arasında doğduğu sanılmaktadır. Çeşitli kaynaklarda, ölümü için 1711 ve 1712 tarihleri gösterilmektedir.
Itrî, şiirlerinde kullandığı mâhlâstır. Buhurîzâde adının, kendi lâkâbı mı, yoksa âile adı mı olduğu bilinmemektedir. Yaşamı üstüne bilinenler de, eski ve yeni kaynaklardaki, çoğu birbiriyle çelişen bilgilere dayanır.
Zamanına göre, iyi bir öğrenim görmüştür. Ustalarından birinin Hâfız Post olduğuna kesin gözüyle bakılır. Nasrullah Vâkıf Halhalî, Kasımpaşalı Koca Osman Efendi, Derviş Ömer Efendi gibi, 17 yüzyıl bestecilerinden de yararlandığı sanılmaktadır.
Çağının kaynakları, onun Mevlevî olduğunda birleşirler. Mevlevî tekkelerinde okunmak üzere, bir ayin ile bir naat bestelemiş olması da, bunun bir kanıtıdır.
Söylentilere göre, Yenikapı Mevlevîhânesi’nin, o zamanki şeyhi, Câmî Ahmed Dede’ye kapılanmış, müzik sevgisiyle Mevlevî olmuştur. Itrî, beş padişah dönemi gördü ve Sultan IV. Mehmed zamanında tanındı.
Huzurda düzenlenen fasıllara, hânende olarak katıldı ve bestelediği yapıtlarla, padişahlardan büyük yakınlık gördü. Saraya girmeden önce, ne tür işlerde çalıştığı bilinmiyor. Yakınlık gördüğü bir başka devlet adamı da, şiirleri ve müzik sevgisiyle tanınan, Kırım Hanı I. Selim Giray’dı (1634-1704).
Buhurîzâde Mustafa Itrî, IV. Mehmed’le yakınlığının bir sonucu olarak, padişahtan, kendisine esirciler kethüdalığı görevinin verilmesi dileğinde bulunmuş ve bu dileği yerine getirilmiştir.
Bazı kaynaklar, onun bu dileğini, İstanbul’a getirilen esirlerin, ülkelerinin müziği üstüne bilgi edinmek, içlerinden müziğe yeteneği olanları da, yetiştirmek istemesine bağlarlar.
Itrî, uzun yıllar Enderun’da, müzik öğretmenliği ve hânendelik ettikten sonra, elli yaşına doğru, emekli olarak saraydan ayrıldı. Ancak, müzikteki ünü Lale Devri’nde, daha da artarak sürdü. Meyvecilikle çiçekçiliğe meraklı olduğu, kendi adıyla anılan İstanbul’un ünlü Mustabey armudunu, ilk kez onun yetiştirdiği de söylenir.
Itırdan gelen, Itrî mâhlâsı da, çiçek merakına bağlanır. Divan şâirlerinden, Şeyhî’nin yazdığına göre, ölümünden sonra “Mevlevîhâne Yenikapusu haricine” gömülmüştür. Mezar taşı kayıptır.
Itrî, zamanının tanınmış şâirlerindendir. Divan ve âşık tarzlarında şiirleri vardır. Naatlar, gazeller, tahmisler, nazireler, tarih düşüren beytiler ve şarkılar dışında, hece ölçüsüyle türküler de yazmıştır.
Bestelediği yapıtlarda, şiirlerinin pek azını güfte olarak kullanmış, Nâbî, Bakî, Nazîm, Nailî, Nef’î gibi ustaların şiirlerini bestelemeyi yeğlemiştir. Şiirlerini topladığı Divan’ı kayıptır.
Şiirlerine, şuara tezkirelerinde, yazma şiir derlemelerinde rastlanır. Ancak, Itrî mâhlâslı, bütün şiirler ona âit değildir, 1622 yılında ölmüş başka bir şâir de, aynı mâhlâsla şiirler yazmıştır. 17. ve 18. yüzyıllarda, Buhurîzâde lâkâbıyla tanınmış iki müzikçi daha bulunduğu için, Itrî’nin onlarla da karıştırılmaması gerekir.
Itrî, aynı zamanda tâlîk yazı yazan bir hattatır. Edebiyat ve hat öğretmeni, Siyahî Ahmed Efendi’dir. Yazdığı tâlik yazı örnekleri, Hâfız Post‘un, güfte derlemesine eklediği, güftelerde görülür. Neyzen olduğu da söylenir.
Saz eserleri bestelemesi, ney ya da, başka bir saz çaldığını gösterir. Çağının kaynaklarında, kuramsal bilgilerinin, çok üstün bir düzeyde olduğundan söz edilir.
Asıl önemi, besteciliğindedir. Yapıtlarıyla, bir çığır açmış, Klâsik Türk müziğinin, kurucusu olmuştur. Ondan önceki bestecilerde, bir ölçüde de olsa, Orta ve Yakındoğu müziklerinin izleri sezilir.
Bu etkiler, onda bütünüyle silinmiş, Klâsik Türk müziği diye adlandırılan, Osmanlı – Türk üslubu, en belirgin çizgileriyle ortaya çıkmıştır. Klâsik üsluba bağlı kalmış pek çok bestecide, az ya da çok, onun etkisi vardır.
Itrî, Abdülkadir Merâgi ve Hammâmîzâde İsmail Dede Efendi‘yle birlikte, Türk müziğinin gelişimini yönlendiren, üç önemli besteciden biri olmuştur.
Buhurîzâde Mustafa Itrî’nin, din dışı yapıtlarının başında gelen Nevâ Kâr, Hâfız’ın bir gazeli üzerine bestelenmiştir. Bu yapıt, çeşitli makam ve usul geçkileri uygulanarak birbirine bağlanmış ezgilerinin zenginliği yanında, kuruluşu ve titiz işçiliğiyle de özgünlük taşır.
Aynı zamanda, Klâsik üslubun niteliklerini de en iyi yansıtan, en özlü örneklerinden biridir. Çeşitli makamlardaki, büyük formlu, öbür din dışı yapıtları, ilgili fâzılların ilk akla gelen parçaları arasındadır.
Din dışı, küçük formlarda bestelediği hiçbir yapıtı, günümüze ulaşmamıştır. Itrî, dinsel müziğe, yepyeni bir hava getirmiştir. Dinsel yapıtları, cami ve tekke müziği örnekleri olarak ikiye ayrılır.
Teravih namazı sırasında, makam değiştirme kuralı ile, câmilerde müezzinlerin uyguladıkları çeşitli kuralların, Itrî tarafından konulduğu söylenir.
Bayram namazlarında okunan, Segâh Kurban Bayramı Tekbiri, kutsal emanetlerin ziyâreti sırasında okunan, Segâh Sal-ât-ı Ümmiye, Mâye Cuma Salâtı, Dilkeşhâveran Gece Salâtı, üç yüz yıldır, etkilerinden bir şey yitirmemiş yapıtlardır.
Özellikle, ilk ikisi çok kısa birer cümle içinde yarattıkları etkinin yoğunluğu bakımından, Türk müziğinde benzersiz bir sanat gücü taşırlar. Mevlevîhânelerde, sema törenlerinde, ayinden önce okunan, Rast Naat-ı Peygamber, Itrî’nin, Mevlevî müziğine en kalıcı katkısıdır.
Güftesi Mevlânâ‘nın bir şiirinden alınan yapıtta, güfte ile beste yetkin bir biçimde bütünleştirilmiştir. Bu na’tın, bestelenmesinden sonra, Mevlevîhânelerdeki her sema töreninde okunması, bir gelenek haline gelmiştir.
Segâh Ayin’i ise, bu türün ilk güçlü örneklerinden biridir. Günümüze ulaşan yapıtlarının çoğunda, mistik bir hava vardır. Bu yönü bir ölçüde, Mevlevî olmasına bağlanabilir.
Seçtiği formlar için, en uygun anlatımı bulan Buhurîzâde Mustafa Itrî, cami müziği olarak bestelediklerinde, derin bir dindarlık duygusunu, Mevlevî müziği yapıtlarında, tasavuffi bir içe dönüş heyecanını dile getirmiş, din dışı yapıtlarında ise, yoğun müzik cümleleri arasında beliren, düşünceli ve düşündürücü bir tavrı benimsemiştir.
Sanatı değerlendirilirken, üslubunun niteliği ile, yapıtlarındaki teknik özellikler, birbirine bağlı iki düzey olarak ortaya çıkar.
Itrî’nin müziği, 17. yüzyılda, henüz oluşum aşamaları içindeki bir müzik üslubunda, “klasik” diye nitelendirilebilecek özellikler taşır. Kişisel duygu ve düşüncelerini dile getirmediği, bütünüyle kendine özgü, kişilikli bir anlatım yaratabilmiştir.
Müziğinin dengeli, oturmuş bir yapısı vardır. Yapıtlarının en dokunaklı bölümlerinde bile, duygusallıktan, abartamadan, gereksiz süslemelerden kaçınmıştır. Cümleleri; açık, seçik ve berraktır. Yapıtlarının ezgi yapısındaki özellikler ise, sanatının, ancak teknik bir inceleme çerçevesinde değerlendirilebilecek başka bir yönüdür.
Hiçbir bestesinde, alışılmış ezgi örneklerine rastlanmaz. Belli bir makamdaki yapıtı, başka bir bestecinin, aynı makamdan bir yapıtıyla karşılaştırıldığında, o makâmı, çok farklı buluşlar, taklit edilmeyen, benzersiz deyişlerle işlediği görülür.
Bir makama bağlı müzik cümlelerini, sadece komşu perdelerden yararlanarak geliştirme kolaycılığından kaçınmış, en uzak perdelere dek uzanarak, zor olanı gerçekleştirmeyi yeğlemiştir.
Böylece ezgilerini, dar bir ses alanı içinde kalmaktan kurtarmıştır. Onun müziği, bu bakımdan, makam ve geçki zenginliği taşır. Bu zenginlik, kullandığı usuller için de geçerlidir.
Notasıyla günümüze ulaşamamış parçalarının, güfteleri ile usullerini veren eski kaynaklarda, çok ender kullanılmış usullerde bile, yapıt bestelediği görülmüştür.
Itrî, Şeyhülislam Esad Efendi‘nin belirttiğine göre, bini aşkın beste yapmış olan, çok verimli bir bestecidir. Bunların büyük bir çoğunluğu unutulmuş, ya da kaybolmuştur.
Buhurîzâde Mustafa Itrî’nin, günümüzde, ancak kırk dolayında yapıtı bilinmektedir. Günümüze kalan pek az yapıtı bile, bugün de Klâsik Türk müziğinin, en başta gelen birkaç ustasından biri kabul edilmesi için yeterli olmuştur.