Havada bulut yok bu ne dumandır ağıtının incelemesi

Özet

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemâl Atatürk her söylenişinde göz yaşlarını tutamayarak “Anadolu çocuklarının ne işleri vardı yemen çöllerinde? Oraya gönderildiklerinde belki yeni evliydiler.

Geride genç eşlerini, kundakta yavrularını bırakmışlardı. İçlerinden birinin şansı yaver gider de geri dönebilseler kendisi ve eşi yaşlanmış, çocuğu kız ise gelinlik çağa gelmiş, erkekse koskoca delikanlı olmuş bulurdu.

Bütün bunlar niçindi? Yazık günah değilmiydi evlatlarımıza?” Dediği Muş Türküsü hakkında herhangi bir araştırma ve inceleme yapılmadan, türküde geçen “burası Muş’tur.” kısmının “burası huş’tur.” diye değiştirilerek, “Yemen Türküsü” adıyla Yemen’e mal edilmesi ile kamuoyu yanlış bilgilendirilmektedir.Oysa T.R.T. arşivleri incelendiğinde;

Kaynak kişi : Duriye Keskin (Mahalli sanatçı)
Derleyen : Muzaffer Sarısözen
Notaya alan : Muzaffer Sarısözen
T.R.T. repertuar no: 341

Bilgileri yer almaktadır. Muş ve çevresinde ilki 1944 yılında Türk halk müziğinin babası ve T.R.T. yurttan sesler programının yapımcısı rahmetli üstat Muzaffer Sarısözen başkanlığında Bedii Yönetken ve teknisyen Rıza Yetişken’den kurulu ekipçe, ikincisi ise, 1961 yılında Mustafa Geceyatmaz, Fikret Otyam ve teknisyen Mücahit Küçükbaran’ dan oluşan ekiplerce resmi derleme çalışmaları yapılmıştır.

Yapılan bu derlemeler sonucu bu türkü Muş ilimize ait olarak T.R.T. repertuarına girmiştir. Ayrıca; Ankara Üniversitesi (TÖMER) dil dergisinde, aslen Muş’lu olan Mülkiye Müfettişi Sayın Nuri Yaman’ın araştırmalarına istinaden, bu türkünün öyküsü ve bilinmeyen kısımları yayınlanmıştır.

Yemen’e gidene ağlıyor kızlar

Acılı, elemli ve yaslı bir türkünün öyküsüdür bu. Tarihi bilinmez. Aslında bilinir de herkes kendine göre değişik bir tarih söyler. Ama biz olayın gerçek yüzünü olayı yaşayan ve anlatanların diliyle türküye dönüştürüldüğü biçimiyle anlatalım. Anlatanlara göre, o tarihte Osmanlı Yemen çöllerinde zorlu bir savaşa tutulmuştur.

Divanlar kurulur, savaş ve şartları haftalar boyu tartışılır durulur. Sonunda çözümün Yemen ellerine, vilayetlerden birinde oluşturulacak bir alayla gidilmesinin mümkün olduğuna karar verilir. Düşünülür ki, bir tek vilayetten birlik oluşunca, bunlar hep akraba ve hısım olacakları için birbirlerine bağlılığı ve dayanışmaları ile savaş alanından kaçmaları söz konusu olmaz.

Haberler salınır. Osmanlının dört bir yanından uzun beklemelere karşın, istekli çıkmaz bu oluşuma. Aslında istek olmasına olur da, Osmanlı’nın istediği gibi olmaz. Değişik vilayetlerden çıkan bu gönüllü sayısı da yeterli gelmez. Bu sırada Muş’tan Bulanık, Malazgirt ve Varto’dan bir ses yükselir Osmanlıya; “Hepimiz varız, gönüllüyüz Yemen çöllerine gitmeye”

Osmanlıya haber iletilir. Yetkililer bakar sayı yeterli, karar verilir ve Yemen çöllerine Muş’tan oluşturulan bir redif alayı gönderilir. Yemen’e gidilmesine gidilir ama, hiçbiri de geri dönmez. İşte bu türkü gidip de gelemeyen o isimsiz kahramanlardan Muş’ta kalan sevgilisinin sesi, özlemi, elemi ve de acısıdır.

Havada bulut yok bu ne dumandır
Mehlede ölüm yok bu ne şivandır
Bu yemen elleri ne de yamandır

Ano Yemen’dir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir

Nakarat:
Burası muş’tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir

Mongok’ un suları ovaya akar
Ağam asker olmuş yüreğim yakar
Gözlerim kan çanak ağama bakar

Gider isem ağam sana köleyim
Cemalin bir gülsün ben de geleyim
Yemen çöllerinde senle öleyim

Şafağın atmış da terkisin bağlar
Yavuklun oturmuş için kan ağlar

Hasretin dayanmaz bostanlar bağlar

Saçımın telini edem hedayet
Günahım yoğtur ki dilem nedamet
Muş’tan başka yoğ mu burda velayet

Kışlanın önünde çalınır sazlar
Gözlerim ağlıyor yüreğim sızlar
Yemen’e gidene ağlıyor kızlar

Tez gel ağam tez gel eglenmiyesin
İngiliz hayındır güvenmiyesin
Arap dilber çoktur evlenmiyesin

Karasu uzanır sıra söğütler
Yüzbaşım oturmuş asker öğütler
Yemen’e gidiyor baba yiğitler

Kışlanın önünde redif sesi var
Açın cantasına bakın nesi var
Bir çift potin ile bir de fesi var

Tüfekler çatıldı kaşlar çatıldı
Ağam mavzer-ilen öge atıldı
Alkanlar içinde kuma yatıldı

Tez gel ağam tez gel dayanamirem
Uygu geflet basmış uyanamirem
Ağam öldüğüne inanamirem

Yemen türküsünün bilinmeyen bölümleri aslen Muş’lu olan Mülkiye Müfettişi Nuri Yaman tarafından derlenmiştir. Muş türküsü’nün sözlerini daha iyi analiz edebilmek için, kısaca Muş’un kültür tarihini incelediğimizde; Muş’umuzun kültür tarihi Urartu’larla başlar. Anadolu’nun Türkleşmesi sürecini başlatan Malazgirt savaşından sonra Türk – İslam kültürü yayılmaya başlamış ve zaman içinde tek kültür durumuna gelmiştir.

Milli kültürün ayrılmaz bir parçası olan Muş folkloru, yöre insanının iç dünyâsını, yaşantısını, geleneklerini geçmişten günümüze, günümüzden de geleceğe taşır. Muş ve çevresinin ezgilerinde doğu Anadolu bölgesi halk müziğinin özellikleri görülür. Söylenen türkülerde; yöre insanının yaşam biçimi, acılarını, sevgilerini, tabiatla olan bağlarını, işgal yıllarının çilesini ve yurt sevgisini dile getirir.

Muş ilinden Yemen’e çok sayıda genç “ölürsek şehit, kalırsak gazi oluruz” diyerek askere gitmiştir. Yemen’in öldürücü sıcağı ve düşmanın ezici çoğunluğu nedeni ile gidenlerin hemen hepsi geri dönmemiş, şehit düşmüştür. Türkümüz geride kalan asker yakınları ve yavuklularınca söylenmiştir. Hüseyni makâmında olup 5/8 lik bir türküdür.

Türkümüzün sözlerine bakıldığında yöre insanımızın geleneklerini, yaşam biçimini ve acılarını yansıttığı görülmektedir. Yemen’e giden redif alayından hemen, hemen hiç kimse geri dönmemiştir. Bu kara haberin Muş’a ulaşmasıyla (halk arasında şivan denen) ağıtlar yakılarak feryatlar yükselir. Muş geleneklerinde komşularca cenazesi olan evlere başsağlığına gelenlere ve cenaze evinin halkına yemek gönderilir.

O zamanlar teknik gelişmediğinden, yemekler fırınlarda değil kazanlarda, odundan ateş yakılarak pişirilirdi. Cenaze evi birden çok olduğundan, şehrin birçok yerinde cenaze evlerine yemek göndermek amacıyla büyük ocaklar kurulmuş, odunlar ocağa sürülmüştür. Bu ocaklardan çıkan yoğun duman gökyüzüne doğru yükselir. Nişanlısı redif alayı ile birlikte Yemen’e giden ve bu kara haberi henüz duymamış olan genç kız, pırıl pırıl bir ağustos günü bu ağlamaları ve bu dumanı görünce;

Havada bulut yok bu ne dumandır
Mahlede ölüm yok bu ne şivandır
Bu yemen elleri ne de yamandır

demiştir. Gerçekten de mehlede ölü yoktur, cenazeler Yemen’dedir. Bulutsuz Ağustos gününde ki duman ise, cenaze evleri için yemek yapmak üzere yakılan ocakların dumanıdır.

Ano Yemen’dir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir
Burası Muş’tur, yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir

Çemen, Yemen’de yetişen bir bitkidir. Askerlerimiz Yemen’e gitmiş ve bir daha geri dönmemiştir. Muş ili Türkiye’nin üçüncü büyük ovasına sahiptir. Birçok kişi Muş ovası ile türküdeki yokuş yol ikilemine düşmektedir. Oysaki Muş ili yerleşim itibariyle savunması daha kolay en eski yerleşim yeri olan bugünkü kale mahallesi ve minare mahallelerinin olduğu bölüme konuşlanmış, ova ise tamamen tarıma bırakılmıştır.

Bugün halen kale mahallesi eski yerleşim kalıntılarını taşımakta ve yüksek bir yerde ovaya hâkim bir alandadır. Eski Muş’un yolu halen yokuştur. “Giden gelmiyor acep ne iştir” sözü Muş’a giden dönmüyor diye anlaşılmaktadır.

Oysa türkünün sözleri dikkatli incelendiğinde, Muş’tan Yemen’e gidenler şehit olup dönmediklerinden “Giden gelmiyor acep ne iştir ” sözü onlar için söylenmiştir. Eski yerleşim yeri itibariyle Muş ilinde askeri kışla kale mahallesinin eteklerinde bugünkü il jandarma komutanlığı dinlenme tesislerinin bulunduğu yerdedir. Nişanlısının ölüm haberiyle yüreği yanan genç kız, kale mahallesinden yokuşun altındaki kışlaya bakarak:

Kışlanın önünde redif sesi var
Açın çantasını bakın nesi var
Bir çift potin ile bir de fesi var

Mülkiye müfettişi sayın Nuri Yaman’ın araştırmaları ile derlemesi yapılan türkünün diğer mısralarında ismi geçen yerlere gelince. Mongok: Yeni adı Soğucak’tır. Merkeze 2 km mesafede soğuk suyu ile meşhur köyümüzdür. Karasu: 68 km uzunluğunda komşu Bitlis ili Güroymak ilçesinden doğan ve Muş’a güneyden girerek bilahare kurt istasyonunda murat nehri ile birleşen bir nehirdir.

Kışlanın önünde çalınır sazlar
Gözlerim ağlıyor yüreğim sızlar
Yemen’e gidene ağlıyor kızlar

Mısralarından da anlaşılacağı gibi, bu türkü Muş’tan Yemen’e giden askerlerimiz için söylenmiştir.


Besim Kemâl Akalın’ın Muş Türküsü Hakkındaki Araştırması

Yolu yokuş mu?

Bu türkü, Yemen’de Zeydi ailesinin Osmanlı’ya karşı başlattığı isyanları bastırmak için, 1900 – 1905 (Bu tarihler merhum Şerif Arslan ‘in ifadeleridir Şerif Arslan 1903 yılında doğmuş, birçok tarihi olayı yaşamış Muş’un ileri gelenlerinden, babası şehit olmuş yöremizin, saygın bir kişisiydi.) yılları arasında Muş’ta oluşturularak Yemen’e gönderilen, 25. Redif Alayına bağlı askerlerin geri dönmemeleri üzerine, Muş’taki yakınlarının yaktığı ağıt olarak ortaya çıkmıştır.

Türküdeki Muş sözcüğünün Huş olması gerektiği, Huş’un ise Yemen’de bir yöre olduğu öne sürülerek yanlış yorumlar yapılmaktadır. Yemen’de Huş diye adlandırılan bir yöre olabilir. Hatta 25. Redif Alayı burada savaşmış da olabilir. Tüm bunlar doğru olabilir ama türküde adı geçen yöre kesinlikle Muş’tur.

Muş’un Huş olduğunu iddia edenler, genellikle Muş’un ova olduğunu, bundan dolayı yolunun yokuş olamayacağını öne sürerek, iddialarını kanıtlamaya çalışmaktadırlar. Oysaki tarihsel ve sosyolojik açıdan araştırıldığında Muş ilimizin o yıllar da yerleşim merkezi Kale mahallesidir.

Diğer yerleşim birimleri ise, Kale’nin eteklerin de kurulmuş olan, Murat paşa, Minare ve Dere mahalleleridir. Kale ve Dere mahallesindeki yerleşim birimlerine ulaşmak için, yokuş patika yollardan gidilmekteydi. Hatta o yıllarda bütün şehir halkının gittiği “Millet Bahçesi” denilen belediye çay bahçesi de Dere Mahallesindeydi.

1940 yılına kadar ovada köyler dışında yerleşim birimi yoktu. İlk olarak 1940 yılarının ortalarında, bugün Anadolu Lisesi olarak hizmet veren eski Vilayet Konağı, dönemin Muş Valisi Tevfık Sırrı Gür tarafından yaptırılmış, ondan sonra ovaya doğru şehir yerleşimi başlamıştır.

Bugün Muş ovasının deniz seviyesinden yüksekliği, 1350 metre iken, Kale mahallesinin 1530 metre dir. Tüm bunları bilmeden, araştırmadan Muş ‘un yolunun yokuş olmadığını, öne sürmek, gerçekle bağdaşmamaktadır. Türkü, 1944 yılında rahmetli Muzaffer Sarısözen tarafından Düriye Keskin’den derlenmiş, 341 numara ile TRT repertuarına girmiştir. 1970’li yılların sonunda kaybettiğimiz Düriye Keskin ile konuşmuş ve kendisine şöyle sormuştum:

– Daza (Düriye Keskin’e teyze anlamına gelen, Daza diye hitap edilirdi) bu türküyü sen söylerken “Burası Muş’tur havası hoştur” diye söylüyorsun. Oysaki TRT de “yolu yokuştur” olarak okunmaktadır. Düriye Teyze:

– Ben Muş’un havasını, özelliklede şafak vaktinin güzelliğini hiçbir şeye değişmem. Rahmetli Muzaffer Sarısözen ile şimdiki Kale parkının olduğu yere çıktığımızda, Sarısözen, “Düriye bacı, bu yokuşu tırmanıncaya kadar dizlerimin bağı çözüldü” diye serzenişte bulunmuştu. Bu türküyü banda alırken Rahmetli Fikri İbiş’in de ısrarıyla Havası hoştur diye değil de aslı gibi, “yolu yokuştur” diye okumuştum O yüzden radyoda havası hoştur diye okunmamaktadır.”

Bunu, kendisiyle Muratpaşa Mahallesindeki evimizin bahçesinde çay içerken konuştuğumuzu dün gibi hatırlıyorum. Bu türkü ile ilgili olarak emekli mülkiye müfettişi Nuri Yaman araştırma yapmış, türkünün bilinen sözleri dışında diğer sözlerini de derlemiş “Dil Dergisi adlı derginin Mayıs 1995 sayısında yayınlamıştır.”

Emekli Kurmay Albay Oğuz Kalelioğlu, 15 Mart 2000 tarihli Hürriyet Gazetesinde Hicaz Demiryolu ile ilgili verdiği bilgilerde, bu türkünün Yemen’deki Huş ile ilgisinin olmadığını, o dönemde Muş’ta askerlik şubesi başkanı olan Redif Yüzbaşı Selahattin Etem Bey ‘in hatıralarına dayanarak şöyle anlatır.

“Yüzbaşı Selahattin Etem Bey, müzisyen bir İstanbul beyefendisi ve Redif Yüzbaşı askerlik şube başkanı olarak Muş’a asker toplamaya geliyor. Muş’ta kadınların ağıt yaktığını görüyor. Muş’ta ilk görülen şey rampalı bir yol ve üstünde dumandır. Yüzbaşı Selahattin Bey bakıyor ve “Havada bulut yok bu ne dumandır” diyor.

Asker kaydedecekler ama ortada pek erkek yok, hep kadınlar var ve ağıt yakıyorlar. Yüzbaşı “Ne oldu cenazeniz mi var?” diye soruyor. Kadınlar “Yok kumandan beyim. Bizim erlerimiz askere gitti. Bir daha gelmedi. Hiçbir haber, mektup da yok” diyorlar. Nereye gittiklerini soruyor yüzbaşı. “Yemen” diyorlar. “Yemen neresi?” diye soruyor yüzbaşı. Kadınlar Yemen’i bilmiyorlar.

(Osmanlı ordusunun bir geleneği vardır. Bugün Mehmetçik de bunu hala yapar. Asker bulunduğu yerden bir çiçek koyar mektubuna karısına gönderir. Karısı da saçından ya da kurdelesinden keserek mektubun içine koyar. Bu bir haberleşmedir. Orada çiçek bulamayan asker yerine çimen gönderir.)

Yemen’in neresi olduğunu bilmeyen kadınlar, Yüzbaşıya “Ano Yemendir gülü çemendir” diye anlatıyorlar erkeklerinin gittiği yeri. Bu türküde büyük yanlışlıklar yapıldı sonra Muş’u Huş yaptılar. Bu doğru değil. Bu türkü 25. Redif Alayı’nın eşlerinin yaktığı bir türküdür. Yüzbaşı Selahattin Muş’ta duyduklarını hemen bir kenara not eder. Bu bir tarihtir.”

Rahmetli Şerif Arslan, bu türkü ile ilgili bana şu açıklamalarda bulunmuştu: “1903 doğumluyum. Ben doğmadan önce, Abdulaziz ve Şerif adında babamın iki amcası Redif Alayında asker olarak Yemen’e gitmişler. Kendilerinden bir daha haber alınamadı. Geri dönmediler. O dönemde Yemen’e gidenlerden bir tek Eybenin Niyazi’si olarak anılan kişi, bir yolunu bulup dönmüş.

Amcalarımın ikisinin de Yemen’de şehit düştüklerini babama söylemiş. Ben doğunca şehit olan amcalarımdan Şerif ‘in ismini bana vermişler Abdulaziz ‘in ismini de diğer amcam oğluna koydular. Babam Mustafa Çavuş ise 1. Dünyâ Savaşında Erzurum Taşköprü de şehit oldu. Havada Bulut Yok türküsünü rahmetli babamdan hep dinlemiştim.”.

Türkünün üzerinde birçok görüş ortaya atılıyor. Örneğin Kültür Bakanlığı sanatçısı olan Elazığlı Salih Turhan‘ın Kültür Bakanlığınca basılan “Anadolu Halk Türküleri ve Ezgileri” adlı kitabında, Bu türkünün Elazığ’a ait olduğunu iddia etmektedir.

Kimileri de türkü’ de adı geçen Muş’un Simuş olduğunu, simuş denilen yerin yemen de bir yer adı olduğunu öne sürmektedirler. Görüldüğü gibi bu türkü üzerinde araştıran, araştırmayan herkes, bir görüş ortaya atmaktadır. Düriye Keskin, Muş türkülerinin birçoğunu TRT’ye veren, okuma yazması olmayan, bir kişiydi. O zaman bu türküyü, nereden ve nasıl çaldı? Huş’u nasıl Muş yaptı? Muzaffer Sarısözen gibi Türk Halk Müziği’nin duayeni olan bir insan, Türkiye’yi adım adım gezip derleme yaparken, bu yanlışlığı nasıl fark etmedi?

Bu tür yorumları yapanlar, nedense bunları görmezlikten gelmektedirler. O dönemde Muş halkının çektiği acıların ve yoklukların, vatanını savunmak için yaptıklarının, farkında değiller. Muş halkı sadece Yemen isyanlarında değil, 1. dünyâ savaşı ve kurtuluş savaşı’nda da vatan işgalinin verdiği acıyı yüreğinde hissederek aşağıdaki türküyü yakmıştır. (Bu türkü TRT sanatçısı Azize Gürses tarafından TRT ye verilmiştir.)

Muş’un etrafında atlı gezerim
Elbisem kirlenmiş paslı gezerim
Vatan elden gitmiş yaslı gezerim
Ağla anam ağla hicran yaraşır
Sahipsiz vatana düşman yaraşır

Muş’un etrafında dağdır
Meşedir İçinde oturan bey dir paşa’dır
Veysi emir verdi Muş’u boşaltın
Ağla anam ağla gör neler oldu
Vatanı terkeden kayınlar oldu

Muş’un etrafında bahçeler bağlar
Havası serindir suları çağlar
Yuvadan ayrılan garipler ağlar
Ağla anam ağla, hicran yaraşır
Sahipsiz vatana düşman yaraşır

Türkünün Nuri Yaman tarafından derlenmiş bu güne kadar söylenmemiş sözleri de aşağıda yazılmıştır

Mongogun suları ovaya akar
Ağam asker olmuş yüreğim yakar
Gözlerim kan çanak ağama bakar
Ano Yemendir… (Nakarat.)

Gider isem ağam sana köleyim
Cemalin bir gülsün ben de geleyim
Yemen çöllerin de senle öleyim
Ano Yemendir… (Nakarat)

Şafağın atmış da terkisin bağlar
Yavuklun oturmuş için kan ağlar
Hasretin dayanmaz bostanlar bağlar
Ano Yemendir….

Saçımın telini adem hedayet
Günahım yoktur ki dilem nedamet
Muş’ tan başka yoğmu burda velayet
Ano Yemendir……

Tez gel ağam tez gel, eğlenmeyesin
İngiliz hayındır güvenmeyesin
Arap dilber çoktur evlenmeyesin
Ano Yemendir……

Karasu uzanır sıra söğütler
Yüzbaşım oturmuş asker öğütler
Yemen’ e gidiyor babayiğitler
Ano Yemendir……

Tüfekler çatıldı kaşlar çatıldı
Ağam mavzer ilen öte atıldı
AI kanlar içinde kuma yatıldı
Ano Yemendir…..

Kışlanın önünde çalınır sazlar
Gözlerim ağrıyor yüreğim sızlar
Yemen’e gidene ağlıyor kızlar
Ano Yemendir…

Memleketimin kültür hayâtına katkıları bulunan bugün, hayâtta olmayan; Dürüye Keskin, Fikri İbiş, Bayram Coşkun, Abdurrahman Bingöl, Zübeyir Balkaya, Kadri Kars, Saylan Kıray, Hulusi Kaymaz gibi değerleri saygı ve rahmetle anıyor, hayâtta olup kültür yaşamımıza katkılarını sürdüren, Halit Bingöl, Lokman Aaslan, Mehmet Ciğer, Hakim Mutlu gibi, adlarını hatırlayamadığım diğer değerlere saygılarımı sunuyorum.


Murat Güven’in Muş Türküsü Hakkındaki Araştırması

Yıllardır büyük bir zevkle dinlediğimiz türkünün üzerinde çok uzun bir zamandır çirkin bir oyun oynanıyor… Oyun diyorum çünkü türkünün güftesinde geçen “Muş” kelimesinin birkaç uyanık tarafından “Huş”a çevrilmeye çalışılmasına başka söyleyecek bir kelime bulamıyorum.

Bu oyun çirkin bir oyun çünkü, iddia sahipleri ilmî, mantıkî, edebî hiçbir delil ya da belge veyahut bilgi koymadan bir iki tane bilinçsiz sözün arkasına saklanarak bir türkü ile ilgili gerçekleri değiştirmeye çalışıyorlar. Onların bu iddialarını ve neden yanlış olduğunu aşağıda ilmî metotlar kullanarak açıklayacağım. Ancak, önce bu oyunun neden oynanmaya çalıştığını tahlil etmeye çalışalım.

1- Soru: Muş’un Huş’la değişimini kim neden istiyor? Cevap: Türküyü başka bir ile ya da bölgeye bağlamak isteyip de türkünün içinde “Muş” kelimesi geçtiği için bunu bir türlü başaramayanlar.

2- Soru: Muş’un Huş’la değişimin tarihî veya edebî bir değeri var mıdır? Cevap: Kesinle hayır. Çünkü diğer bütün türküler gibi anonim bir eser olan bu türkü, sadece Türk milletinin değil, tüm Türk dünyâsının ortak malıdır.

3- Soru: Bu işten zarara uğrayan var mı? Cevap: Evet. Öncelikle bu türküyle ismini duyurabilen zavallı fakir Muş’un bu lüksü elinden alınmaya çalışılmış ve türkü ile özdeşleşen Muş bundan zarar görmüştür.

4- Soru: Türküde geçen Muş kelimesinin gerçeği Huş mudur? Cevap: Kesinlikle hayır. Şimdi size bunu ispat edelim.

İnceleme

Derleme nedir: Derleme kelimesi özellikle sözlü edebi metinlerin yazıya geçirilmesi işlemi için kullanılır. Belli bir ilmî metot ve disiplin içinde yapılır. Destan, efsane, masal, mani, bilmece, ninni, türkü gibi ürünler bilinmeyen bir zamanda ve bilinmeyen bir kişi tarafından söylenir. Daha sonra ağızdan ağıza yayılarak söylenir ve bu arada kısmen değişir. Ağızdan ağıza söylenişin devam ettiği bu sürecin bir noktasında eser bir derleyici tarafından tespit edilir ve kaydedilir.

Eserin yazıya geçirildiği bu ilk metin eserin orijinal metni kabul edilir. Bazen eserler farklı derleyiciler tarafından, farklı bölgelerde değişik metinler halinde tespit edilebilir. Her metin ayrı ayrı değerlendirilir ve eser üzerinde yapılan çalışmalar tüm bu metinler incelenerek yapılır. Aralarındaki dil ve anlatım farklılıkları genelde eserin tespit edildiği yer, zaman ve esere kaynak olan kişinin sosyal ve kültürel yapısına bağlıdır.

Derleme nasıl yapılır: Derleme yapılacak bölgede öncelikle güvenilir kaynak kişi tespit edilir. Bu genellikle işin en önemli kısmıdır. Çünkü kaynak kişinin kültürel anlamda yozlaşmamış, dejenere olmamış ve yörenin söyleyiş özelliklerine sahip biri olmasına dikkat edilir.

Bu yüzden kaynak kişi olarak genellikle yaşlı kadınlar tercih edilir. Çünkü onlar yabancı kültürlerle erkeklere oranla daha az ilişki içerisindedirler. Kaynak kişi tespitinden sonra eldeki imkânlar ölçüsünde en iyi şartlar altıda kayıt yapabilmek için gerekli malzeme temin edilir.

Kaynak kişinin anlatımı için uygun ortam yaratılarak, kesinlikle hiçbir müdahale yapılmadan anlatması ya da okuması sağlanır. Sonra da imkânı varsa kayıt kaynak kişiye dinletilir. Materyalin ne için ve nasıl kullanılacağı açık bir şekilde anlatılıp onayı alındıktan sonra kaynak kişinin adı kullanılarak herhangi bir eserde kullanılabilir.

Türkü nasıl derlendi: Öncelikle şunu söylemeliyim ki bu türkü yukarıda anlattığım ilmî ölçülere tamamen sadık kalınarak derlenmiştir. İlki 1944 yılında Muzaffer Sarısözen başkanlığında Bedii Yönetken ve teknisyen Rıza Yetişken’den kurulu bir ekip tarafından Muş’ta yapılan derleme çalışmasında yörede düğünlerde def çalan ve düğünü yöneten Duriye Keskin İsimli bir kadın kaynak kişi olarak dinlenmiş, Türkü bir plâğa kaydedildikten sonra kendisine dinletilmiş ve onayı alındıktan sonra türkünün notası çıkarılmış ve TRT repertuarına 341 numarayla alınmıştır. Alınan metin şudur:

Havada bulut yok bu ne dumandır
Mehlede ölüm yok bu ne şivandır
Bu yemen elleri ne de yamandır

Ano Yemen’dir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir?

Burası Muş’tur, yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir?

Kışlanın önünde çalınır sazlar
Ayağım yalınayak yüreğim sızlar
Yemene gidene ağlasın kızlar

Ano Yemen’dir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir?

Burası Muş’tur, yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir?

Kışlanın önünde redif sesi var
Açın çantasını bakın nesi var
Bir çift potin ile bir de fesi var

Ano Yemen’dir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir?

Burası Muş’tur, yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir?

Ayrıca, 1961 yılında Mustafa Geceyatmaz, Fikret Otyam, ve Teknisyen Mücahit Küçükbaran’dan oluşan ikinci bir grupta derleme çalışması yapmıştır. Bu iki grup ve daha sonra gelen başka gruplar; Muş ovası, Güllü hamam, Kalenin bedenleri, Değirmenin bendine, Dağlarda meşelerde, Evleri var hane hane, Muş’un etrafında atlı gezerem, Kınayı getir ane, Oy nayim nayim, Atım atım kır atım, Garşıda Gaza gurban, Şirazdır yar şirazdır gibi türküleri derlemişler ve TRT repertuarına katmışlardır.

(Bu türkülerden de “Kınayı getir ana” yı İzzet Altınmeşe el çabukluğu marifet diyerek Diyarbakır türküsü haline sokarken “Güllü hamam” da bir anda Urfa türküsü oluverdi. Eminim bunda Mehmet Özbek‘in tıpkı Muş’u Huş ederken yürüttüğü gibi derin ilmi! çalışmalarının büyük katkısı olmuştur.)

Hatta zaman zaman Muş’un kurtuluşuna denk gelen günlerde bu Türküler TRT sanatçıları tarafından seslendirilip Muş türküleri adı altında yayınlanırdı. Yukarıdaki derleme öyküsünün ardından gelelim türkünün edebi incelemesine.

Edebi İnceleme

Türkünün Orijinal Metni

Öncelikle eserin anonim olduğunu hatırlayalım. Anonim eser şu özellikleri taşır:

  1. Yazarı belli değildir.
  2. Yazıldığı zaman belli değildir.
  3. Eser farklı yörelerde farklı kelimelerle söylenebilir.
  4. Anonim eserler Türk milletinin ortak malıdır. Ancak, derlendikleri bölgenin adıyla anılırlar. Örnek: Muş yöresinden derlenen bir türkü gibi.
  5. Anonim eserlerin sözlerinde ve bestesinde değişiklik yapma hakkı kimsede yoktur. Çünkü bu eserlerin sahibi Türk milletidir.

Bu bilgilerin ışığında hareket ettiğimiz zaman Türkünün orijinal halinin zaman zaman sanatçılar tarafından değiştirilmiş olduğunu ve ortada farklı metinlerin olduğu görülüyor. Mesela Prof. Dr. Şükrü Elçin’in 1986 yılında basılan “Halk Edebiyatına Giriş” adlı eserinde türkü şu şekliyle yayınlamış:

Havada bulut yok bu ne dumandır
Mahlede ölen yok bu ne figandır
Adı yemendir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir.

Burası Muş’tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep nedendir.

Kışlanın önünde redif sesi var
Bakın çantasında acep nesi var
Bir çift kundurayla bir de fesi var
Adı Yemen’dir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir

Burası Muş’tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep nedendir.

Sayın Şükrü Elçin’in şiirin orijinal metninden bir mısrayı atladığını görüyoruz. Bu da “Bu Yemen elleri ne de yamandır” mısrasıdır. Bunu atlayınca şiirin ilk dörtlükten sonra şekil bakımından bozulduğunu görüyoruz. Orijinal metinde şiirin üçlüklerden sonra nakaratlardan oluştuğu görülüyor:

___________
___________
___________
Nakarat
Nakarat
Nakarat
Nakarat

Oysa Şükrü Elçin’in ilk bölüm dörtlük, ikinci bölüm ise üçlükle yapılmış. Bunun sebebi şiirden çıkarılan bir mısradır. Ayrıca Şükrü Elçin’in eserinde orijinal metinde bulunan bir bölümde alınmamıştır. Şiirin ölçüsü üçlükler 11’li hece ölçüsü 6+5 duraklıdır. Nakarat kısımları ise 10’lu hece ölçüsü ve 5+5 duraklıdır. Kafiye bakımından incelendiğinde de Şükrü Elçin’in metninde nakarat kısmında yanlışlık olduğu ortadadır.

Burası Muş’tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep nedendir

Mısralarında yokuştur ile nedendir arasında hiçbir kafiye yoktur. Oysa orijinal metindeki,

Burası Muş’tur, yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir ?

Mısralarında yokuş ve iş kelimeleri arasında iş ve uş arasında tam kafiye vardır. Ayrıca anlam ve ahenk açısından daha uyumludur. Prof. Şükrü Elçin’in metni yine de doğruya en yakın metinler arasında gösterilebilir. Gerçek bir ilim adamı olan Sayın Şükrü Elçin, türküyü bu şekilde tespit ederek yayınlamıştır. Oysa bilhassa internet üzerinde yaptığım taramalarda öyle çok yanlışlıklarla karşılaştım ki çoğu inanılmazdı.

Üstelik bir tanesi kaynak kişinin adını ve repertuar numarasını ve türkünün hemen hemen orijinal metnini vermiş ancak, nasıl olmuşsa bütün Muş’lar Huş’a dönüşmüş. Doğrusu T.R.T. repertuarında bu değişikliğin yapıldığına ilmen inanamam. Bu düpedüz sahtekârlık olur. 1967 yılında yayınlanan Sayın Osman Attilla’ya ait olan bir antoloji ise türküyü şu şekliyle tespit etmiş.

Havada bulut yok bu ne dumandır
Mahallede ölen yok bu ne figandır
Adı yemendir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir

Burası Muş’tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir.

Kışlanın önünde redif sesi var
Bakın çantasına acep nesi var
Bir çift kundurayla bir de fesi var

Burası Muş’tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir.

Görüldüğü gibi günümüzden otuzbeş sene önce yayınlanan antolojideki tespit de sayın Şükrü Elçin’in tespitinden birkaç İstanbul ağzına çevirme gayreti dışında farksızdır. Bu örnekte de birinci kıtanın üçüncü mısrası yoktur. Bu da üçüncü mısranın Muş yöresine has olduğu sonucunu düşündürebilir.

Bu mısra ile şiirin şekil bakımından tamamlandığını düşünürsek türkünün şekil bakımından Muş’ta tamamlandığı sonucu çıkar. Ruhi Su, internet sitesinde türküyü adını ve şekil özelliklerin değiştirerek aşağıdaki şekilde yayınlamış:

Yemen Türküsü

Havada bulut yook,
Bu ne dumandır,
Mahlede ölen yook,
Bu ne figandır…
Şu Yemen Elleri,
Ne de yavandır.

A bu, Yemen’dir
Gülü çemendir
Giden gelmiyor,
Acep nedendir..?

Burası Muş’tur,
Yolu yokuştur,
Giden gelmiyor,
Acep ne iştir..?

Kışlanın önünde
Asker sesi var..
Bakın çantasında
Acep nesi var..?
Bir çift kundurayla,
Bir de fesi var…

A bu, Yemen’dir
Gülü çemendir
Giden gelmiyor,
Acep nedendir..?

Burası Muş’tur
Yolu yokuştur,
Giden gelmiyor
Acep ne iştir..?

Burası Muş’tur
Yolu yokuştur,
Giden gelmiyor,
Acep ne iştir..?

Sayın Ruhi Su üçüncü mısrayı yanlış da olsa (yaman – yavan) tespit ediyor ancak şiiri durak noktalarından bölerek şekil bakımından şiirin tamamen yanlış düzenlendiği inancını uyandıracak bir sonuca sebep oluyor. Ama türkünün orijinal hali (yaman – yavan, redif – asker, Ano – a bu dışında) fazla değişikliğe uğratılmamış ve Muş, Huş edilmemiş. T.R.T. repertuar dairesinden türkünün orjinal metnini istediğimde bana şunu gönderdiler:

Havada Bulut Yok
Yöre : MUŞ
Kaynak Kişi : Düriye Keskin
Derleyen : Muzaffer Sarısözen

Havada bulut yok bu ne dumandır
Mehlede ölüm yok bu ne şivandır
Şu yemen elleri ne de yamandır

Ano yemendir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir

Şu dağın ardında redif sesi var
Varın bakın çantasında nesi var
Bir çift pabuç ile bir de fesi var

Burası huş’tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir

Kışlanın önünde çalınır sazlar
Ayağım yalnayak yüreğim sızlar
Yemen’e gidene ağlıyor kızlar

Burası huş’tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir

Şivan: Ağıt, figan
Redif: Terhis edildikleri halde ihtiyaç halinde yeniden askere alınan kişiler
Huş: Yemen’in başkenti Sana ile Taiz şehirleri arasındaki bir Türk kalesinin ismidir.

Türkü eski Türkçe ile yazılırken Huş’un üzerindeki nokta zamanla unutulmuş böylece Huş sözcüğü Muş oluvermiş ve dolayısıyla da bu türkü Muş ile bütünleşmiştir. Kaynak: TRT Müzik Dairesi Başkanlığı Türk Halk Müziği Sözlü Eserler Antolojisi 1. cilt Şimdi devletin en güvenilir kurumlarından birinde gerçeklerin nasıl çarpıtıldığını görelim. Bir kere türkünün “Huş” dışındaki bilgileri eski repertuar kayıtlarıyla aynı.

Kimin marifetiyle olmuş bilemiyorum ama biri el çabukluğuyla Muş’u Huş etmiş. Üstelik de oldukça ilmi bir de açıklama yapmış. “… Eski Türkçeyle yazılırken -h- harfinin üstündeki nokta unutulmuş da onun için Muş, Huş olmuş.” Umarım bu bilgiyi veren kişi eski yazı bilmiyordur.

Çünkü bilmiyorsa cahilliğine, biliyorsa sahtekârlığına vereceğim yaptığı yanlışı. Eski Türkçede üzerinde nokta olan H harfi “hı” dır. Üzerindeki noktayı yazmazsanız “ha” olur. Ha harfini m olarak da ancak kara cahiller okur. Ayıca, Türkü derlenirken başvurulan kaynak kişi Duriye Keskin, bu Türküyü sözlü edebiyat geleneğinden öğrenen, okuma yazması olmayan bir kişidir.

Acaba bu türkü ne zaman yazılırken böyle bir “yanlışlık!” yapılmış da hangi büyük zekâ bunun farkına nasıl varmış ve ne zaman varmış? Aslında her şey rahmetli Barış Manço‘nun yıllar önce Yemen’e yaptığı bir gezi esnasında gittiği Huş Kalesi için söylediği ve sadece basit bir mantık yürütmeden ibaret olan “Burası Huş, yolu da yokuş, belki de bizim türküdeki Huş burası olabilir.” sözlerinden kaynaklandı.

Sonra kendi söylediği bu söze kendi de inandı. Asıl önemlisi yıllarca bu türküyü dinleyip içindeki Muş kelimesinden çeşitli sebeplerden ötürü hoşlanmayanlar da bu sözlere sıkıca sarıldılar ve yukarıdaki yanlışlara kadar gidildi.

Türkünün şekil bakımından incelenmesi

Türkü altı kıtadan oluşmuştur. Kıtalar üç tane üçlük ve nakaratlar ikiliklerden oluşmuştur. Sanırım Ruhi Su’da bu nedenle şiiri duraklardan bölmüştür. Hece Ölçüsü: Üçlü kıt’alar 11’li hece ölçüsüyle, diğer kıtalar 10’lu hece ölçüsüyle yazılmıştır. Durak: 6+5 ve 5+5 duraklıdır.

Şiirin Kafiye şeması:
a______________ dumandır
a______________ şivandır dır’lar dır redif, -an’lar Tam Uyak
a______________ yamandır
b______________ çemendir
b______________ nedendir -dir’ler redif, -en’ler Tam uyak
c______________ yokuştur
c______________ iştir -tır’lar redif, -iş’ler Tam uyak
d______________ sesi var
d______________ nesi var -i var’lar redif, -es’ler Tam uyak
d______________ fesi var
______________
______________
______________ Nakarat
______________
e______________sazlar
e______________sızlar -lar’lar redif, -ız’lar Tam uyak,
e______________kızlar yarım uyak
______________
______________
______________ Nakarat
______________

Görüldüğü gibi eser anonim bir türkü olmakla beraber oldukça kuvvetli bir şekle sahiptir. Buradan türküyü ilk söyleyen kişinin hece ölçüsüne ve özelliklerine vakıf olduğu sonucuna varabiliriz. Ayrıca, diğer Muş türkülerinin birçoğunda yukarıdaki şekil özelliklerinden bilhassa üçlükler ve ardından gelen nakaratlar oldukça çoktur.

Bu bir söyleyiş farklılığıdır ve Muş türkülerinin ayırt edilmesinde kullanılabilir. Şimdi sıkı durun. Yukarıda Muş’un Huş edilmesinin kime ne yararı olacağını sormuş ve cevap olarak “Türküyü başka bir ile ya da bölgeye bağlamak isteyip de türkünün içinde “Muş” kelimesi geçtiği için bunu bir türlü başaramayanlar.” Cevabını vermiştim.

Ama ben bunları yazarken şimdi aşağıya aldığım metni henüz görmemiştim. Aramalarım sırasında karşıma çıkana şaşırmadım, haklı olduğumu gördüm. Türkiye’de hiçbir kanuna, töreye, ahlâka saygısı kalmayan gözü kara, hilebaz zekâlı, kazanayım da nasıl olursa olsun, elde edeyim ne bahasına olursa olsun felsefesiyle hareket eden basit ruhlu insanların çabalarının sonucuydu gördüğüm. Daha öz bir ifade ile sahtekârlığın belgesiydi bu.

Şimdi bu utanmaz insanların yukarıda incelemesini gördüğünüz metin ve şekil açısından incelemesini okuduğunuz türküyü ne hale soktuklarına ve nereye mal ettiklerine bir bakalım.

Yemen Türküsü

Havada bulut yok bu ne dumandır
Mahlede ölüm yok bu ne şivandır
Şu yemen elleri ne de yamandır

Ano yemendir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir
Burası huştur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep nedendir

Kışlanın önünde redif sesi var
Bakın çantasında acep nesi var
Bir çift pabuç ile bir de fesi var

Kışlanın önünde üç ağaç incir
Kolumda kelepçe boynumda zincir
Zincirin yerleri ne yaman sancır

Kışlanın önünde sıra söğütler
Zabitler oturmuş asker öğütler
Yemene gidecek bu koç yiğitler

Kışlanın ardını duman bağladı
Analar babalar kara bağladı
Yemene gidene herkes ağladı

Kışlanın ardında yüzüyor kazlar
Ayağım ağrıyor yüreğim sızlar
Yemene gidene ağlıyor kızlar

Kışlanın ardında bir kırık testi
Askerin üstüne sam yeli esti
Gelinlik tazeler umudu kesti

Anonim, Yöre: Elazığ

Bu okuduğunuz türkünün “Havada Bulut Yok” türküsüyle hiçbir alâkası olamadığını kendi vicdanları da kabul etmiş olacak ki türkünün adını değiştirmekten başka çare bulamamışlar. Şimdi, içinde “Muş” kelimesi geçen bir türküyü Elazığ türküsü yapmak inandırıcı olamayacağı için önce Muş, Huş ediliyor sonra da türkü hiç ediliyor, taktik bu.

Aslında bu kültürel korsanlık uzun yıllardır kültüre kaynaklık eden vilayetlerin büyük sıkıntısıdır ve bazı vilayetler bunu ne yazık ki daha sıklıkla yapıyorlar. Mesela “Çayda çıra yanıyor” benim çocukluğumda Diyarbakır’a aitti. Sonra nasıl oldu anlamadım Elazığ’ın oldu. Bizim “Güllü Hamam” bir anda Urfa’nın “Yeni Hamam’ı” oldu.

Gerçekte ise bunlara hiç gerek yok. Çünkü bunlar zaten Türk milletinin ortak kültürel mirasıdır. Bizim görevimiz ufak – tefek çıkarlar için bu mirası, değiştirmemek, orijinal halini korumak ve sonraki nesillere aldığımız gibi aktarmaktır. Yoksa çeşitli yörelerde elbette birçok Yemen Türküsü söylenmiştir.

Çünkü Yemen -daha sonra detaylı olarak anlatacağım zaman daha iyi anlaşılacak- bilhassa doğu Anadolu halkı üzerinde derin izler bırakan bir bölge olmuştur. Bununla ilgili birçok türkü, ağıt söylenmiş olması tabiidir. Peki, neden ille de “Havada bulut Yok” türküsü isteniyor?

Sanırım diğer Yemen Türkülerine göre daha çok sevilmesi ve dinlenmesi bazı töre tanımazların iştahını kabartıyor ve türküyü elde etmeleri için yukarıdaki gibi sahtekârlıklara başvurmalarına sebep oluyor. Ama, yukarıda yapılana söylenecek tek bir şey kalıyor. Ayıp! Hem de çok ayıp!… Şimdi biz asıl konumuza dönüp orijinal metni açıklayalım.

Türkünün açıklaması

Havada bulut yok bu ne dumandır
Mehlede ölüm yok bu ne şivandır
Bu yemen elleri ne de yamandır

Şiir iki tasvir cümlesi ile başlıyor. Bu tasvir cümleleri Muş’ta çok yaygın kullanılan özgün bir soru sorma şeklidir. Muş ve yakın illerde Anadolu’nun diğer yerlerinde pek sık görülmeyen vurguyla soru sorma yöntemidir. Bu yöntemde “dır” bildirme eki daha kuvvetle vurgulanarak cümle soru haline getirilir. Meselâ : “Ahmet, kuvvetlidir.”Cümlesi “dir” eki vurgulu okunarak soru cümlesi haline getirilir. Normalde bu cümle “Ahmet kuvvetli midir ?” şekliyle soru haline getirilir.

Bölgede ise mı soru eki atılıp yerine “dır” ekinin vurgulu okunuşu getiriliyor. Şiirde bu vurgulu söyleniş kendini hissettiriyor. Türkü ilk cümlesinde bulutsuz havadaki duman soruluyor. Ama dikkatli ve yöre vurgusuyla okunduğunda sade bir soru değil bir şaşkınlık ifadesi de vardır ki bu türkünün yöredeki efsanesi ile de ilgilidir:

Türkünün Muş’ta anlatılan hikâyesine göre yörede çok sevilen bir genç evlendiğinin ertesi günü askere Yemen’e gider. Askerler bir yerde toplanıp, sonra da yola çıkarılır. Onlar yürürken arkalarından toz bulutu kalkar. Askerin genç eşi kocasını bir daha uzun yıllar göremeyeceğini, hatta geri gelmeyeceğini düşündüğünden uzun süre kafilenin peşinden ağlayıp ağıt yakar.

Aradan uzun bir süre geçtikten sonra Yemenden gelen bir asker genç kadına ölen eşinin asker çantasını getirir. Kendini kaybeden genç kadın bir yandan çantayı açıp içindekilere bakarken, bir yandan da ağıt halinde “Havada bulut yok” türküsünü yakar. Şiirin yukarıdaki üç dörtlüğü bu efsaneyle birebir örtüşmektedir. Ayrıca, şiirde Muş’ta kullanılan anlamıyla üç kelime kullanılır.

Bunlar “mehle – şivan – yaman” kelimeleridir. Şivan, büyük bir acıyla karşılaşan ev halkının ağlayıp, inlemesini, haykırıp, ağıt yakmasını anlatmak için kullanılan bir kelimedir ve genelde tek başına değil “evine şivan düşmek” şeklinde deyim olarak kullanılır. Ayrıca “evine şivan düşesi” şeklinde bir bedduada vardır. Bu kelime Farsça şiven (matem, yas, inleme, sızlama) kelimesinin bölgede kullanılan halidir.

Diğer kelime “mehle” dir. Mahallenin Muş ağzında söyleniş şeklidir. Bir edebiyatçı şiire baktığı zaman bu kelimenin heceye uyması için kısaltıldığını düşünebilir. Oysaki bu kelime aynı haliyle günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Kelimedeki -h- sesi gırtlaktan ve kalın olarak söylenir. Bu bölümdeki diğer kelime ise ” yaman” dır. Bu kelimenin Türkçe sözlükteki karşılığı “etki, güç, beceriklilik, şiddetli” dir.

Oysa türküde saygıyla karışık korkuyu ve zorluğu anlatmak için kullanılmıştır. Ayrıca bu kelime bölgede güçlü, cesur, korkusuz anlamında insanlar ve hayvanlar için ayrıca zorluk anlamında kullanılır. Şimdi gelelim Türkünün en can alıcı kısmına:

Ano Yemen’dir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir?
Burası Muş’tur, yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir?

“Ano” kelimesi Türkünün ilk derlemesi sırasında tespit edilmiş. Ama şimdi bilhassa türkünün aslını bozmaya çalışanlar ya da bu kelimenin hangi anlamda ve nasıl bir duyguyla söylendiğini anlamayanlar bu kelimeyi değiştirmeye çalışıyorlar. Mesela; Ah o veya A bu gibi kelimelerle yapılan değişimler türkünün dokusunu ve duygusunu bozarlar. Çünkü Muş’ta çok büyük üzüntüler sırasında yakılan ağıtlarda ano veya babo gibi feryat ifade eden kelimeler sıkça kullanılır.

Bilindiği gibi doğu Anadolu ağzında kelime sonlarına gelen “o” sesi seslenmeyi ifade etmek için kullanılır. Bu dünyâdaki dağlık bölgelerin çoğunda böyledir. Geniş bir ünlü olan “o” sesi istenildiği kadar uzatılarak seslenmeye yardımcı olur. Meselâ “Ahmet!” diye seslenen bir kişi için uzak bir mesafeye seslenmek için kelimenin sonundaki –met hecesini uzatması lâzımdır ki bu da pek yeterli olmaz. Ama “Ahmoo!” diye seslendiğinde sesini duyurması son derece kolaydır.

İşte bu türküdeki “Ano” kelimesi feryat eden bir insanın seslenme ihtiyacıdır. Türküde daha sonra gidilen yerin “Yemen” olduğu ve “gülünün çemen” olduğu söyleniyor. Şimdi bu kelime grubunu inceleyelim:

  1. Gidilen yerde gül olmadığını ve en güzel bitkisinin çimen olduğu ve gidilen yerin ne kadar yaman bir yer olduğu anlatılıyor olabilir.
  2. Gül edebiyatta birçok fikri ve duyguyu anlatmak için kullanılmıştır. Bunlardan bir tanesi de şehitlerin gireceğinin müjdelendiği “Cennet” tir.

Orhan Şâik Gökyay‘ın “Bu vatan kimin” şiirinde vatan için ölen şehitlerin ölerek cennete girişleri “Bir gül bahçesine girercesine” diye anlatılmıştır. Yemende şehit olanların mezarlarının bilinmediği ve onların Cennete gittikleri “gülü çemendir” sözleriyle anlatılmış olabilir. Ya da bu mısralar bize bu anlamları çağrıştırıyor olabilir.

Farsça yeşil ve kısa otlarla örtülü yer anlamına gelen çemen kelimesi Yemen’le kafiye olmak bakımından veya Yemen’in bilhassa güney kesimlerinin bitki örtüsünü anlatmak içinde kullanılmış olabilir. Doğrusu bu mısralar bende bu duyguların hepsini uyandırıyor. Gelelim “Burası Muş’tur, yolu yokuştur – Giden gelmiyor acep ne iştir.” mısralarına. Televizyonda izlediğim kelli felli eski bir T.R.T. çalışanı kendinden gayet emin bir şekilde konuyla ilgili bilmiş bilmiş beyanat veriyor.

“Efendim, Muş ovada, düz bir arazide kuruludur. Ben gittim, yolu da yokuş falan değil. Oysa Huş’un yolu yokuştur.” Şimdi bu ve bunun gibi konuşanlara ne demeli. “Bre gafiller, densizler, be hey cahiller” falan diyebilirim, ama demiyorum. Birazcık araştırma yapsalar veya Muş’ta yoldan geçen yaşlıca bir adamı çevirip “Amca, türküde bu şehrin yolu yokuş deniyor neden? Diye sorsalar, sorma zahmetine katlansalar alacakları cevap şu olurdu:

“1950’li yıllardan önce Muş’un esas yerleşim yeri bugün kale Mahallesi dediğimiz şehrin arkasındaki Kurtik Dağının yamaçlarındaydı. Şehrin çevre illerle bağlantısı Bitlis ve Erzurum yollarıydı. Doğuya giden Erzurum yolu dağın yamacını paralel olarak takip edip giderken, batıya giden Bitlis yolu yamaçtan aşağı dik bir yokuştan inerek bugün Taşo Köprüsü (Taş Köprü) dediğimiz köprünün üzerinden inerek Hasköy’e doğru uzanan yoldur.

Bitlis yolu o dönemlerde Muş’u batıya ve güneye bağlayan yoldur. Bitlis tarafından Muş’a geldiğiniz zaman Taşo Köprüsünden itibaren şehrin merkezine çıkan yol neredeyse yüzde kırk beş meyillidir. Öyle ki birçok araç yokuşu çıkarken yarı yolda kalıp geriye kaçar bazen de arkada kalan evlere vururdu. 1950 yılından sonra bugünkü yollar yapılınca bu yollar eski önemini yitirdi. Şimdi sadece yan yollar olarak yakın çevreye ulaşımda kullanılıyor. Ayrıca, bu tarihten sonra eski Muş valisi Tevfik Sırrı Gür’ün gayretiyle şehir ovaya doğru gelişme göstermiştir.”

Doğrusu birisi bana eskiden Muş’un yolunun yokuş olduğunu ispat etmek zorunda kalabilirsin dese ona gülerdim. Ama şunu da söylemeliyim ki ben de yukarıda anlattığım o meşhur yokuştan aşağı, kışın çok kaydım ve bağdan şehre gelirken yokuşu çıkmaya takat bulamadığım için yan yollara kaçtığım çok oldu.

Yüklü eşeklerin bile tırmanmakta zorlandıkları bir yokuşu Muş’u Huş edenler ne yazık ki dümdüz ettiler. “Giden gelmiyor acep ne iştir?” ise bir çaresizliğin haykırışıdır. 1849 – 1918 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğunun gereksiz Yemen sevdâsı yüzünden Anadolu’dan zorla koparılıp bir daha evine barkına dönemeyen asker annelerinin, eşlerinin, kardeş ve sevgililerinin ortak feryadı gibidir.

Sahipsiz kalan bir eş, bir anne elbette ki devlet büyüklerinin yüksek politikalarını anlayamayacaktı. Ve kendi lisan-ı haliyle soracaktı.” Acep ne iştir? Bugün bile biz hâlâ anlayamadığımız kararlar için sormuyor muyuz, acep ne iştir? Bu mısradan Huş’çular da kendilerine bir sonuç çıkarabilirler. Şöyle ki, bu mısraları yazan kişi Yemen’in tamamından bahsetmekte ve gidenlerin dönmediğinden şikâyet etmektedir.

Şimdi mantıken düşünelim…”Burası Huş’tur” diye türküyü yakan kişi Huş’u nereden tanıyor? Eğer Huş’u görüp gelen bir asker (ya da böyle bir askerden duyan kişi) olsaydı ve bu türküyü Anadolu’da yakmış olsaydı en azından “Orası Huş’tur” demesi gerekirdi. Ayrıca kendisi geri geldiğine göre “Giden gelmiyor” diyemezdi… Hadi diyelim ki bu türküyü yakan kişi türküyü Huş’ta iken söylemiş olsun.

Bu sefer de “Burası Huş’tur, gelen gitmiyor!” demesi gerekmez miydi? Mantık olarak istediğiniz şekle sokun yine de türkünün Muş’ta söylendiği dışında mantıklı bir sonuca varamazsınız.

Kışlanın önünde çalınır sazlar
Ayağım yalnayak yüreğim sızlar
Yemene gidene ağlasın kızlar

Türküde tartışma konusu olan kelimelerden bir tanesi de “Kışla” kelimesidir. Hemen her şehirde bir kışla olduğunu düşünürseniz, şehirlerin “bu kışla bizim kışla” demelerini de anlamak gerekir. Burada açıklanması gereken konu ise halkın kışlaya olan bakışıdır. Türkünün yazıldığı dönemlerde askere alınmalar oldukça farklıdır.

Birliğine götürülecek askerler çeşitli yerlerden toplanana kadar belli bir yerde toplanır. Onların bu toplanma yerlerinde geçirdikleri süre de askerlikten sayılırdı. Meselâ benin babam Muş’ta askere Mart ayında alınmış ama yollar müsait olmadığı için Mayıs ayına kadar Muş’taki toplanma yerinde kalmış. Bu sırada kaldığı yer evine iki yüz metre uzaklıkta olmasına rağmen evine gidemiyor, asker elbiselerini bile giymeden acemi eğitimi alıyorlarmış.

Babam bu anılarını anlatırken kaldığı yerden kışla diye bahseder. Bu nedenle şiirde adı geçen “kışla” da büyük bir ihtimalle askerlerin toplanma yeridir. Önünde saz çalınması ise bekleşen askerlerin eğlenceleridir. Çünkü Türk milleti dışında düğüne gider gibi savaşa giden başka hiçbir millet yoktur. Son iki mısra ise geride kalanların gözyaşlarıdır. Çünkü savaşın asıl acısını onlar yaşayacaktır. Bazı, metinlerde “Yemene gidene ağlıyor kızlar” diye söylense de doğrusu ağlasın’dır. Çünkü Muş ve çevresinde “-yor” şimdiki zaman ekini kullanma alışkanlığı bilhassa o tarihlerde hiç yoktur.

Kışlanın önünde redif sesi var
Açın çantasını bakın nesi var
Bir çift potin ile bir de fesi var

Redif kelimesinin kelime anlamı: Sonradan, arkadan gelendir. Burada ise yeni, genç asker anlamındadır. 19. yüzyılda Osmanlı ordularının batı orduları standartlarına kavuşturulması için yapılan çalışmaların sonucu olarak seferberlik anında askere alınacak kişilerin oluşturduğu alaylardır.

Bilhassa 1. Dünyâ savaşında bu hazırlıkların faydaları görülmüştür. (Daha fazla bilgi için bk. İ. Hakkı Uzun Çarşılı-Osmanlı Tarihi- Cilt 8) Şiirin genel mantığı ve de o dönemdeki Osmanlı askerinin kılık – kıyafet ve de maddi yönü düşünüldüğünde Osmanlının askerine yedek potin veya şapka vermesi düşünülemez. Bir askerin potin ve de şapkasının sağlığında çantasına giremeyeceğini de mantıken düşündüğünüzde bu eşyaların bir şehide ait olduğu sonucuna ulaşırsınız.

Cesedin Anadolu’ya dönmesi imkânsız olduğu için arkadaşları tarafından ailesine ulaştırıldığı sonucu ortaya çıkar. O halde söyleyebiliriz ki, bu türkü aynı kişi tarafından (muhtemelen şehidin eşi) şehidin askere gidişi ve şehit oluşunun ardından söylenen muhteşem bir ağıttır. Türküleşmesi yine muhtemelen başka kişiler tarafından muhtelif zamanlarda gerçekleşmiş olabilir. Yemen savaşları Anadolu insanını derinden yaralayan savaşlardır.

Çünkü amacına inanmadıkları, ulaşmak da güçlük çektikleri, halkı tarafından ihanete uğradıkları toprak parçalarına zorla götürülmüşlerdi. Gidenler geri dönemedikleri gibi şehit oldukları uçsuz bucaksız çöllerde sahipsiz cesetler olarak kalmışlardı. Ölümden kurtulup terhis olabilenleri de uzun, tehlikeli bir dönüş yolu bekliyordu. Devlet uzun yıllar askerlik yaptırdığı bu insanları memleketlerine geri götürme zahmetine katlanmıyor, onları kaderleriyle baş başa bırakıyordu.

Bu nedenle kurtulanların birçoğu da oralardan geri gelemiyordu. Geri gelebilenler de Yemen cehennemini dört bir yanda anlatıyor, yakınlarından haber alamayanların acısı bir kat daha artıyordu. “Havada bulut yok” türküsü bu acıyı belki de en iyi anlatan Türkülerden biri olmuştur. Bu kadar üzerinde konuşulması, haksız yere sahiplenilmeye çalışılması de sanırım. Bu yüzdendir.

Ama kimse heveslenmesin. Muşlu Yemen’de şehit olan evlatları için öz bağrında duyduğu acıyı haykırdığı bu türküyü elbette ki yüce Türk milletine armağan etmiştir. Bu türkünün gerçek sahibi Türk milleti ve O’nun uçsuz bucaksız ülkelerde verdiği milyonlarca şehittir. Hepsinin ruhu şad olsun. Kaynak: musvakfi.org

Bir yanıt yazın