Hayâtı
Suphi Ziya Özbekkan, 1887 yılında İstanbul’un Türbe semtinde dünyâya geldi. Babası devlet adamı ve ünlü mûsıkîşinaslarımızdan Ziya Paşa, annesi Samipaşa-zâde Suphi Paşa’nın kızı Ayşe Behiye Hanım’dır. Hamdullah Suphi Tanrı Över, sanatkârın dayısıdır.
Altı yaşına kadar özel öğretmenlerden ders alarak eğitildi. Bir Fransız mürebbiyeden önce Fransızca öğrendi. Annesinden elde ettiği Farsça bilgisini, Vecihe Daryal‘ın babası Abdülmecid Daryal’dan aldığı derslerle ilerletti.
Ders gördüğü öğretmenler o zamanın isim yapmış okullarının, özellikle Galatasaray Sultanisi’nin en tanınmış öğretmenleriydi.
İlk memuriyeti, İstanbul Hukuk Fakültesi öğrencisi iken 1903 yılında girdiği Hariciye Nezareti Fransızca kâtip yardımcılığıdır.
Amcası Reşid Paşa Roma büyükelçisi iken, Suphi Ziya Özbekkan da Roma’ya tayin oldu. İki yıl burada, bir yıl Cenevre’de görev yaptı.
1908 yılında “Tensikat Komisyonu” üyeliğine getirildi, 1911 yılında Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 1914 yılında tayin olduğu “İtibar-ı Millî Bankası” genel kâtipliği sırasında, 1920 yılına kadar pek çok dış gezilere katıldı. 1922 yılında bu görevinden ayrılarak avukatlık yapmağa başladı ve Ankara’da bulunduğu yıllarda, bazı yabancı şirketlerde çalıştı.
Suphi Ziya Özbekkan, bundan sonra “Türk Ticaret ve Sanayi Bankası” müdürlüğüne atandı ve 1927 yılında Dışişleri Bakanlığı’na geçerek, “Siyasi Müşavirlik” yaptı. Üç yıl sonra Ticaret Bakanlığı’na nakledildi ve 1930 yılından sonra; Kahie, Roma, Londra büyükelçiliklerine, ticaret danışmanı oldu.
1943 yılında ülkeye dönerek aynı bakanlığın inceleme kuruluna üye oldu. Bu sıralarda Toprak Mahsulleri Ofisi’nin yönetim kurulu üyeliğini de yapmıştır. 1943 – 1945 yılları arasında, Ankara Radyosu Müdürlüğü’nde bulundu ve 1952 yılında emekli oldu. Bundan sonra aynı yerde sanat danışmanı, üslûb hocası olarak, 1962 yılına kadar çalıştı. T.R.T. Radyolarında yayınlanmakta olan “Küçük Koro”nun da kurucusudur.
Suphi Ziya Özbekkan, 19 Temmuz 1966 Salı günü Ankara’da vefât etti ve 21 Temmuz 1966 Perşembe günü kılınan cenaze namazından sonra, Cebeci Asrî mezarlığı’nda toprağa verildi.
İki çocuk babası olan Suphi Ziya Özbekkan, anadili kadar Fransızca bilirdi. Farsça ve Arapça’ya da vakıftı. İleri yasına rağmen, “Devlet Lisan İmtihanına” girmiş, iyi İngilizce bildiğini ispatlamıştı. Ağabeyi İbrâhim Ziya Özbekkan’ın aksine; ağır hareketli, gururlu gözüken, az konuşan, herkesle kolay kolay samimi olamayan bir kişiliği vardı.
O zamanki mûsıkî çevrelerine pek girmez, kendi çevresinden çıkmak istemezdi. Şiirle de uğraşmış, bestelerinin bazılarının sözlerini kendisi yazmıştır. Türk Mûsıkîsi’ni babasının konağındaki sanat atmosferini teneffüs ederek tanıdı.
Konağa; Hacı Kirami Efendi, Leon Hancıyan, Tanburî Cemil Bey, Üsküdarlı Ziya Bey, Hanende Hüsamettin Bey, udî Nevres Bey, Lâvta’cı Andon, Ali Rıfat Çağatay, Raûf Yektâ Bey, Kemani Kirkor gibi sanatkârlar devam ederdi.
Ablasının da sesi güzeldi ve Tanburî Ali Efendi‘den ders alırdı. Ünlü hanende Nasib hanım harem ve selamlıkta yapılan fasıllara katılırdı. İbrâhim Ziya Özbekkan, Ali Rıfat Bey’den ud dersi alırken, Suphi Ziya Bey de tanbur çalmağa heves etti. Ancak, Ali Rıfat Bey, “Bir evde iki mızraplı saz olmaz!” fikrini ileri sürerek, kemençe çalmasını tavsiye edince, kemençeci Vasil‘den Kemençe dersleri almağa başladı ve bu dersler dört yıl sürdü.
Hacı Kirami Efendi ile Leon Hancıyan‘dan makam ve usûl öğrendi. Sazında biraz ilerledikten sonra konaktaki fasıllara katılmaya başladı. Düzenli bir mûsıkî öğrenimi görmemesine rağmen mûsıkînin pratik yönlerini, özellikle geçki tekniğini iyi bilir, makam ve usûllerin gereğini yerine eksiksiz olarak getirirdi. Eserleri başkaları tarafından notaya alınmıştır.
Bestekârlığa kırk iki yaşında, Hüzzam makâmında bir ilâhi denemesi ile başladı. İlk din dışı bestesi, sözleri Fazıl Ahmet Aykaç‘a ait olan “Neden hiç durmadan sevmiş” güfteli Uşşak makâmındaki şarkısıdır. Bunu “Gücendi biraz sözlerime biraz münfail oldu” ve sözleri büyükbabası Sami Paşa‘ya ait olan “Semt-i dildare bu demler güzerin var mı sabâ?” şarkıları izledi.
Suphi Ziya Bey, kendisi ile değişik tarihlerde yapılan mûsıkî sohbetlerinde Dede Efendi ile Hacı Arif Bey‘den çok etkilendiğini, en çok da Mustafa Çavuş‘u sevdiğini söylemiştir. Nitekim, “Gönül verdim bir dilbere” güfteli şarkısının Dr. Suphi Ezgi, Mustafa Çavuş’un bir eseri olduğuna inanmıştır. “Dökülmüş zambak gibi” sözleriyle başlayan şarkısında da aynı espri vardır.
Lemî Atlı‘dan sonra gelenekçi Türk Sanat Mûsıkîsi Bestekârlarının son halkası sayılır. Onun ölümü ile bu tür sanat anlayışı ve yaratıcılığı sona ermiştir denir. Bestekârlığa geç başlaması, mûsıkîmizde kullanılmış ve kullanılmakta olan her unsuru sabırla incelemiş olmasından ileri gelse gerektir. Her beste formunu çok iyi yorumlamış, bestekârlık tekniğini, usûl ve makamların melodik yapısını içine sindirerek buna göre beste yapmıştır.
Suphi Ziya Özbekkanın eserlerinde eşsiz bir duygu zenginliği ve ifade gücü dikkati çeker. Birkaç örneğin dışında “Makam – güfte”, “Güfte – Melodi” uygunluğu en üst düzeydedir.
Geçki zarafeti ve zenginliği dikkat çekicidir. Viyana’da ölen kızı Hümeyra için bestelediği “Titrer yüreğim her ne zaman yâdıma gelsen” güfteli, Muhayyer makâmındaki şarkısı, Hicaz Divan’ı, Uşşak makâmındaki “Ne zaman gelse hayalin bu harabata senin” güfteli şarkısı, daha doğrusu hepsi birbirinden güzel, birbirinden orijinal eserlerdir. Kullanmış olduğu her formda mükemmel eserler vermiştir. Tâhir Aydoğdu