
Muâllim Nâci’nin hayâtı ve Klâsik Türk müziği eserlerine güfte olan şiirleri ile ilgili eserlerin; bütün bilgileri, sözleri, notası ve video yorumları.
Hayâtı
Türk yazar, şâir, öğretmen ve eleştirmen Muâllim Nâci, 1850 yılında, İstanbul’un Saraçhanebaşı semtinde dünyâya geldi ve 1893 yılında, İstanbul’da vefât etti.
Aruz veznini Türkçeye kusursuzca uygulamak için çalışmış bir Tanzimat dönemi şâiridir. Eski ile bağları koparmadan, yenileşmeyi savunmuş ve edebiyat tarihinde, “eski şiir”in temsilcisi sayılmıştır.
Gerek edebiyat ve şiir hakkındaki eleştiri ve önerileri, gerekse Türk dilinin sorunları ve bunların çözümlerine yönelik düşünceleri ile, edebiyat tarihinde yer edinmiş bir kişiliktir. “Lugat-i Nâcî” adlı Osmanlıca sözlüğü ile tanınır.
Babası, saraç ustası Ali Bey, annesi, Varnalı bir göçmen âilenin kızı olan Fatma Zehra Hanım’dır. İlk öğrenimine İstanbul’da başladı. Yedi yaşında iken babasının ölümü üzerine, dayısının yanına Varna’ya gitti.
Düzenli bir öğrenim görme imkânı olmadığından, çeşitli dersler alarak açığını kapatmaya çalıştı. Arapça ve Farsça öğrendi. Hattatlık ve hafızlığa çalıştıktan sonra, Varna Rüştiyesi’nde öğretmenlik yaptı.
O yıllarda kendisine, mâhlâs olarak “Naci” ismini seçti ve bazı şiir denemeleri yaptı. Rusçuk’ta yayımlanan Tuna gazetesinde, şiir ve makaleleri yayımlandı.
Mutasarrıf Süleymaniyeli, Mehmet Sait Paşa ile tanıştıktan sonra, on yıldır sürdürdüğü öğretmenlikten ayrıldı ve Paşanın özel katibi olarak, Rumeli ve Anadolu’nun birçok kentini dolaştı.
1881 yılında, Paşa ile, Sakız Adası’a gitti. Üç sene kaldığı Sakız’da, bir hayli şiir yazdı ve ilk görev gezisinden edindiği izlenimleri anlattı. Şiirlerinin bir kısmını, Tercüman-ı Hakikat’e gönderdi. Sakız’da iken yazdığı şiirlerle ün kazandı.
1883 yılında, Sait Paşa ile birlikte İstanbul’a döndükten sonra, Hariciye Nezâreti’nde çalıştı. Paşa Berlin’e atandığında, onunla birlikte gitme teklifini reddetti ve Hariciye Nezâreti’ndeki görevine devam etti. Kısa bir süre sonra, memuriyetten istifa ederek, gazetecilik yaşamına başladı.
Ahmet Mithat Efendi’nin teklifi üzerine, Tercüman-ı Hakikat gazetesinde, edebiyat sayfasını yönetmeye başlayan Muâllim Nâci, 1884 yılında, Ahmet Mithat’ın besteci kızı, Mediha Hanım ile evlendi.
Kayınpederi, Ahmet Mithat’ın teşviki ile, kısa zamanda Fransızca öğrendi ve Tercüman-i Hakikat’te yayınladığı şiirler ve Fransızca’dan yaptığı çevirilerle, kısa sürede şöhrete kavuştu.
Genç şâirlerin, onun gazellerine yazdığı çok sayıda nazire ve tahmis, gazeteyi eski edebiyat taraftarlarının merkezi haline getirdi. İlk şiir kitabı Ateşpare’yi, 1883 yılında, İstanbul’da yayımladı. Kitapta, yeni teknikle yazdığı şiirlerini bir araya getirdi. “Naci” şöhretini bu sağladı.
Gazel, şarkı, kıt’a, rubai ve benzeri divan tarzındaki şiirlerini toplayan, “Şerrare” adlı kitabını, 1884 yılında yayımladı.
Ahmet Mithat Efendi’nin, yeni edebiyat taraftarı Recaizâde Mahmut Ekrem‘in yazılarını gazetede yayımlaması üzerine, arkadaşları ile birlikte gazeteyi terk etti (29 Ağustos 1885). Yazılarını, Saadet, Vakit gibi gazetelerde sürdürdü.
23 Kasım 1885 tarihinde, İmâdü’l-Midâd’da, “Köylü Kızların Şarkısı” adlı şiiri yayımlandı. Bu şiir, Türk Edebiyatı’nın, köyden bahseden ilk şiiri olarak kabul edilir.
Muâllim Nâci ile Recaizade Mahmut Ekrem arasındaki görüş ayrılığı, Recaizade’nin, Zemzeme adlı üç şiir kitabından, üçüncüsünün önsözünde yayımladığı görüşleri üzerine şiddetlendi.
Muâllim Nâci, Ekrem’in edebi görüşlerine karşı, Saadet gazetesinde çıkan cevaplarını, “Demdeme” (1886) adı ile ayrıca yayımladı.
Tarafların karşılıklı çok ağır suçlamalarda bulunduğu bu tartışma, sarayın müdahalesi ile sonlandı ve edebiyat tarihine, “Zemzeme – Demdeme tartışması” olarak geçti. Muâllim Nâci, 1886 yılında, Füruzan ve 1890 yılında Sünbüle adlı, iki şiir kitabı daha yayımladı.
“Hamiyet -yahut- Masa Bin Eb’il-Gazan” adlı trajediyi ve sekiz yaşına kadar olan hâtıralarını anlattığı, “Ömer’in Çocukluğu” adlı eserini bastırdı. Ömer’in Çocukluğu, 1898 yılında Almanca’ya, 1914 yılında da, Rusça’ya çevrilmiştir.
Bir süre Mekteb-i Sultani, Mülkiye ve Mekteb-i Hukuk’ta, dil ve edebiyat dersleri verdi. Yetiştirdiği öğrenciler arasında; Tevfik Fikret ve Mehmet Akif vardır.
1887 – 1888 yılları arasında, “Mecmua-i Muallim” adlı haftalık dergiyi çıkardı. Toplam 58 sayı yayımlanan dergiyi, hemen hemen tek başına Muâllim Nâci hazırlıyordu.
Mekteb-i Hukuk ile Mekteb-i Sultani’de okuttuğu edebiyat derslerinin özetlerine, dergiden geniş bir şekilde yer verdi. 1891 yılında da, “Lugat-i Naci” adlı eseri üzerinde çalışmaya başladı.
Türk dilinde kullanılan, Arapça ve Farsça kelimeleri içeren bu sözlükte, Türkçe’ye Batı dillerinden girmiş bazı kelimelere de yer verdi. Örnek olarak, kendi şiirlerinden veya başka şâirlerden çeşitli mısra ve beyitleri kullandı.
Yazarın ölümü ile yarım kalan eseri, 1894 yılında, arkadaşı Müstecabizâde İsmet tamamlamıştır. Muâllim Nâci, hayâtının son yıllarında, Gazi Ertuğrul Bey adlı, manzum destanı kaleme aldı ve Sultan Abdülhamit’e sundu.
Ertuğrul Gazi’nin, Anadolu’daki mücâdelelerini anlatan eserde, “Türk” sözcüğünü kullanan şâir, bir şiirde “Türküm” ifâdesini kullanan, ilk şâir olmuştur.
Eseri çok beğenen padişah, kendisini rütbe ve nişanla ödüllendirmiş, maaş bağlamış ve “Tarih-Nüvîs-i Selatin-i Âl-i Osman” ünvânını vermiştir.
Padişah tarafından, ayrıca Osmanlı tarihini kaleme almakla görevlendirilen yazar; zamanının büyük kısmını, Osmanlı tarihini araştırmaya ayırarak; Söğüt, Bilecik, Yenişehir, Bursa ve İzmit’te gezi yaptı.
Aniden rahatsızlanarak, 1893 yılında, hayâtını kaybetti. II. Mahmut Türbesi haziresine gömüldü. Cenaze masrafları, II. Abdülhamit’in özel hazinesinden karşılanmıştır.
Eski – yeni tartışmasını başlatarak, adından uzun yıllar söz ettiren Muâllim Nâci, eski şiirin temsilcisi olarak isim yaptı. Yenilikçi şiirin, bütün kuralları yıkan anlayışına şiddetle karşı çıktı. Eski şiirin bağlarından kopmadan yenileşmesi taraftarı idi. Abdülhak Hamid’i, kendisine örnek almıştır.
Naci, Divan edebiyatını, gerçekçi olmaması nedeniyle eleştirmiştir. Eski ile yeni arasında bir denge kurmaya çalışan bir şâirdir.
Aruz veznini, Türkçeye kusursuzca uygulamaya çalışan Muâllim Nâci, şiirde, Türkçe kelimelerin gücünü ve yeterliliğini göstermesiyle, Mehmet Akif’e ve Tevfik Fikret’e yol göstermiştir.
Etkilediği şâirler arasında, Yahya Kemal de vardır. Muâllim Nâci, Osmanlıca’yı ayrı bir dil olarak görür; ancak Türkçeyi, Osmanlıca’dan ayırmaz. Dilde, Türkçülüğü savunmuştur.
Sade yazmaya özen göstermiş, halk dilinde kullanılmayan eski kelimeleri, ahenk yaratmak için seçip kullanmıştır.
Kaynak: tr.wikipedia.org