
Vecdi Bingöl’ün hayâtı ve Klâsik Türk müziği eserlerine güfte olan şiirleri ile ilgili eserlerin; bütün bilgileri, sözleri, notası ve video yorumları.
Hayâtı
Türk müziğinde, sözlü eserlerimizin temel taşı olan, güfte – beste ilişkilerinde, unutulmaz güfte yazarı Ali Vecdi Bingöl, kendi hayât hikayesine şöyle başlıyor:
“… Ben, yayla çocuğuyum. 1888 yılında, Eğin’de doğdum. Adım, Ali Vecdi, soyadım, Bingöl’dür.
Soy köküm, eski (1747) Bingöl çobanlarından ve Sinanlı aşireti ağalarından, Mehmet Ali Ağadır…”
T.R.T. Genel Müdürlüğü, Yayın Planlama, Koordinasyon ve Değerlendirme Dairesi, Telif Hakları Müdürlüğü’nün, 1998 ve 1999 yılları itibariyle, hakkında yaptığı değerlendirme sonucunda; Ali Vecdi Bingöl’ün, bestelenmiş eser sayısının toplamının, 988 olduğu ve bunlardan, 700 adedinin, bestekâr Sâdettin Kaynak, 288 adedinin ise, diğer bestekarlar tarafından bestelendiği açıklanmıştır.
Unutulmaz eserler bırakan Ali Vecdi Bingöl, doğduğu Kemâliye’yi (Eğin), hiç unutmamış ve birçok eserinde, gurbet ve ayrılık duygularını dile getirmiştir.
Türk müziğinin, en önde gelen güfte yazarı olmasının yanı sıra, bütün hayâtı boyunca, kültür ve sanatla iç içe yaşamış ve 1973 yılında vefât etmiştir.
Ali Vecdi Bingöl Adına, bir Müze yapılması hususunda, Çekül Kemâliye Temsilciliğinin teşebbüsü ile, kaynak toplama işlemleri devam etmektedir.
Kendi mahallesi olan, Enbiya bey mahallesinde bulunan ve 1923 yılında yapılan, Bahçe Mahallesi İlk Okulu’nda açılması planlanmaktadır. Müze olarak düşünülen okulun, bugünkü hâli, iç açıcı değildir.
Memleket, doğa, hasret ve ayrılık duygularını, duru Türkçe’siyle anlatan şâir, ülkemizin kurucusu, Gazi Mustafa Kemâl’in vefâtında, “Ayrılık” başlıklı şiirine; “En Büyüğüme Ağıt” notunu koymuştur. Bu şiirin, ilk dörtlüğü şöyle başlar;
Yine koptu teller, gönül sazından
Yay gibi, sineme çöktü ayrılık
Bir gül koklamadan, gönül bağından
Dalımdan, yaprağım döktü ayrılık…
Kaynak: ajans.kemaliye.net – Hilmi Balioğlu
Çok Önemli Güfte Şâirlerimizden Biri: Vecdi Bingöl
Güzel Türkçe’mizle, şiir sanatına ömürlerini adamış, yıllarını mısralarla örgüleyenler için: “Her şeyde bir mânâ sezen şâirler” diyen Vecdi Bingöl’ü, kendi çapında bir edebiyatçı şâir olarak ifâde etmek, yeterli bir tanım olabilir. Ama onu, Türk musıkîsinin, en önde gelen, unutulmaz birkaç güfte şâirinden biridir diyerek anlatmak, bu çok tanınmayan sanatkârın hakkını, teslim etmektir.
Dillerden düşmeyen, dünden bugüne, bugünden yarına kalacak şarkıların şâiri Vecdi Bingöl, güfte şâirliğinde; sayısız fidanın arasında, göklere uzanan, üç – beş ulu çınardan biri olarak, musıkî ve şiir ufkumuzda ebediyen yer alacaktır.
Vecdi Bingöl’ün sevdâlarından ikisi, “Güzel Türk Yurdu Anadolu” dediği coğrafyanın, bir ucunda baba toprağı Eğin – Arapkir, diğer ucunda ise, öğrenimi için gidip yerleştiği, İstanbul – Boğaziçi hatta, “Maviköy” diye ad koyduğu, Çengelköyüdür.
1888 yılında, Eğin’de dünyâya gelen Ali Vecdi Bingöl’ün babası, Hâfız Mehmed Vahdi Efendi (1855 – 1924), annesi, Hafize (Hazfa) Hanım (1871 – 1912)’dır. Vecdi Bingöl, Bingöl âilesinin altı çocuğunun, en büyüğüdür.
Babası, Mehmed Vahdi Efendi’yi, çok kısa bir tanımla, Vecdi Bingöl’ün kaleminden öğrenelim:
“Soy köküm, eski (1747) Bingöl çobanlarından ve şimdiki yurdu, Eğin – Arapkir arasındaki, Sarıçiçek Yaylası olan, Sinanlı aşireti ağalarından, Mehmed Ali Ağadır.
Babam, Mehmed Vahdi, Cevdet Paşa Maarifi mensuplarından, Şark ve İslam kültürü ile mücehhez, uyanık bir mürebbi (çocuk eğitimcisi) idi. Beni, tâkip ettiğim resmî mekteplerden daha çok, rahmetli babam, işlemiş ve yetiştirmiştir.”
Arapça ve Farsçayı, babasından öğrenen Vecdi Bingöl, küçük yaşlarda, Kur’an’ı hıfzederek Hâfız olmuştur. Bu yüzden, âile büyükleri kendisini, “Güçcük Hâfız” diye çağırmışlardır.
Eğin – Arapkir’deki, ilk ve orta öğreniminden sonra, eğitimini tamamlamak üzere, yüreğinin bir yarısını, baba ocağında bırakarak, 1908 yılında, İstanbul’a göçmüştür.
O zaman ki adıyla, Darülmuallimine (öğretmen okulu) girmiş ve Tevfik Fikret‘in de talebesi olmuştur. Bu başlangıç, Vecdi Bingöl’ün, düşünce dünyâsında giderek önem kazanmış, “Eşsiz Hocam” diye tanımladığı, Tevfik Fikret’i, gönlünde bir hocaya duyulacak saygının, çok ötesine taşımıştır.
Bu duygu ve düşüncelerini, gerek şiirinde, gerekse hocası ile ilgili yazı ve konuşmalarında, sık sık dile getirmiştir.
Darülmualliminin, üçüncü sınıfından sonra, tasdikname alarak ayrılmış, çok sevdiği ve gönülden bağlı olduğu, öğretmenlik mesleğine, 1914 yılında, İstanbul Ortaköy Mecidiye Vakıf Mektebinde adım atıp, 1950 yılına kadar, öğretmenliğe devam etmiştir.
Vecdi Bingöl, edebiyatla olan bağını, şöyle ifâde ediyor: “Kendi çapımda, dilci ve edebiyatçıyım. Esasen, dilci ve şâir olan, Mevlevî bir babanın vârisi sıfatıyla, Türk ve Osmanlı Klâsik ve Mistik Edebiyatının, haylice âşinâsıyım.
Koca Fuzûli‘den, Fâruk Nâfiz imtidadında (uzayıp giden) her nevî edebî cereyan ve çığırlardan, feyz ve nâsip aldım. Aruz ve hece ile, kendi ölçümde şiirlerim vardır. Daha çok, hece yazdım. Bir halk şâiri, hüviyetindeyim…”
Vecdi Bingöl’ün, sözünü ettiği zaman dilimi, XVI. yüzyıldan, XX. yüzyıla uzanan ve dört yüzyılı aşan bir sürenin içerisindeki, edebî gelişmeleri kapsamaktadır. Böylece, Türk şiirinin estetikle, mahâretle, kâfiyeyle, vezinle, sözün özü, edebiyat hünerlerinin süslediği bu meşakkatli yolu yürümeyi göze almış, kendisinin can yoldaşı ise, pek çok edebiyatçı da gördüğümüz gibi, İstanbul Türkçesi olmuştur.
Şâir Orhan Seyfi Orhon‘un dediği gibi: “…Konuşulan dilin, yazı dili olması davası, muvaffak olmuştu. Standart şive, İstanbul’da konuşulan Türkçeydi. Örnek olarak, hanımların konuştuğu Türkçeyi alıyorduk; en çok işlenmişi, en güzeli, en âhenglisi oydu. Türk milletinin zevki, zarâfeti ve hançeresi, yüzyıllar boyu, ona en güzel şeklini vermişti…”
Türk şiirinde, İstanbul Türkçesinin dikkat çeken güzellikteki örneklerinin, Rıza Tevfik ile başladığı konusunda, edebiyatçılarımız, fikir birliğindedir. Rıza Tevfik’in, o yıllarda kullandığı Osmanlıca, kelime ve ifâde özelliği bakımından, İstanbul Türkçesi ile uyuşmaktadır.
Birinci Dünyâ Savaşı yıllarındaki şiir nesli, önemli ölçüde, Rıza Tevfik’in etkisinde kalmıştır. Özellikle Beş Hececilerden Orhan Seyfi Orhon ve Fâruk Nâfiz‘de, bu husus hissedilmektedir. O zaman dilimi dikkate alındığında, Vecdi Bingöl’ün, bu edebî cereyânın içinde olmaması, düşünülemez.
Heceyle, halk şiiri tarzındaki mısralarında, Rıza Tevfik‘in yanı sıra, Fâruk Nâfiz’in, önemli ölçüde etkisi görülmektedir.
Vecdi Bingöl, aynı şiir yolunda olmaktan gurur duyduğu, Fâruk Nâfiz’e “Boğaziçi Rüyası” adını verdiği ve çok duygulu bir hitapla: “Sanat yaylamızın çoban çeşmesi, Aziz Hocam, Fâruk Nâfiz Çamlıbel‘e, dağdaki karıncacığın armağanıdır.” diyerek, hârika bir İstanbul şiir tablosu sunmuştur.
Vecdi Bingöl için, klâsik şiiri bilen, halk şiirini de içine sindirmiş, dolayısıyla, şiir dağarcığını, aruz ve heceyle besleyebilmiş bir mısra ehlidir diyebiliriz.
Bingöl’ün, güfte şâirliğinin tam bir tanımını, kendi kaleminden öğreniyoruz: “Eski numune mekteplerinde rastladığım, şâir ve bestekâr, Mustafa Nâfiz Irmak‘la, Türk şiirinin, şarkı edebiyatında ve Türk musıkîsinde, bir ifâde ve güfte yeniliği yapmak kararıyle, bir hayli güfte yazdık. Bunlar, zamanın şöhretli kompozitörlerince, rağbet görmüş ve birçoğu da bestelenmiştir.”
Gerçekten, Mustafa Nâfiz Irmak ve Vecdi Bingöl, gerek yaşadıkları dönem, gerekse, kendinden sonraki güfte şâirlerine, örnek olmuş, bu konuda fikrî ve edebî akışı doğuranlar olarak, öncülük etmişlerdir.
Vecdi Bingöl, aruz vezninin yapısında bulunan, “âheng” mükemmelliğini, “Hecenin Beş Şâiri”nde görüldüğü gibi, güftelerindeki mısralarda yer verdiği ve özenle seçtiği kelimelerin âhengiyle, hece vezninde sağlayabilmiştir.
Özellikle hece kalıplarından, 6 + 5 11’li ve 7 + 7 14’lü kalıpları ile, Türk aruzuna, çok yakın bir âhenge ulaşmanın örneklerini vermiştir. Kendisinin yazmış olduğu güftelerin, önemli bir bölümü, film şarkıları için olduğu, çoğunlukla da, Sadeddin Kaynak tarafından bestelendiğini biliyoruz.
Bu unutulmaz güfte şâirimiz, film için yazmış olduklarında bile, hâtırâları ve hayâlleriyle, kendi duygu dünyâsını, öylesine öne çıkarmıştır ki; kadın – erkek, seven – sevilen, hep hatırlanan – tamamen unutulanların gönüllerindeki, med cezirleri, üstün bir lirizmle dile getirmiştir.
Güftelerine, bestelenecek olmasına rağmen, söze, âheng katarak ses de veren, Vecdi Bingöl, bir yandan da, kelimeler ve mısralarla, göz alıcı renklerle süslediği tablolar çizmiştir.
Bu özellik, Servet-i Fünûn şiir anlayışında, hocası Tevfik Fikret‘in, resim, yâni mısralarla tablolar çizmesi, Cenab Şahabettin‘in de, sözün musıkîsini duyurabilme özelliklerinden izler taşır.
Vecdi Bingöl’ün tablo mısralarının, dikkat çeken bir yanı da, günün iz bırakan saatlerini, bütün çarpıcılığı ile dile getirirken, o ânın, ruhlardaki aksini de, çok güzel hissettirebilmesidir.
Bu şiirlerinden biri de, kendisinin, “Gurbet Akşamları” adını verdiği, Sâdettin Kaynak‘ın hicaz makâmındaki şarkısının, “Enginde yavaş yavaş günün minesi soldu” mısraı ile başlayan güftesidir.
Akşam saatleri, çoğumuz için; gurbet, ayrılık ve yalnızlık duygularının coşup taştığı, zaman dilimidir. İşte bütün bu hissedişlerin, gökkuşağı misâli renklendirdiği şiiri, Sadeddin Kaynak’ın, bir o kadar güzel nağmeleri süslemiştir.
Tabiatın değiştiğini gördüğümüz, seher vakti ile, gün batımı zamanı, çoğunlukla, sanatkârın ilhâmına, doyasıya malzeme bulduğu anlardır.
Gönlümüzü, ruhumuzu kor gibi yakan ateş, en parlak alev; belki de hiçbir ressamın, hâlâ bulamadığı kızıllıklar, akşamın getirdiği renkler, sesler ve duygulardır.
Güne vedâ ederken, güneş, ufukta solmamak için direnip, her zamanki köşesine çekilerek, sanki kâinatı yakmaya hazırlanıyormuşçasına, al al olduğu anlar, akşamın, yalnızlığı duyuran hüzün şarkılarının, yükseldiği anlardır.
İşte bu seslerin ve nefeslerin, uzaklaşmaya başladığındaki alaca karanlıklar, siyah tülünü üzerimize serecek olan, gecenin habercisidir. Vecdi Bingöl, incecik ve parlak el işlemesi nakış ve küçücük, çok renkli bir çiçek anlamı taşıyan “Mine”yi soldurarak, gurup vaktini resmetmesi, bir benzetme şâheseridir.
Akşamın sessizliği, gurbetin kimsesizliğini, iliklerimize kadar hissettirir. Kuşların, uykuya varması, gölgelerin, sulara inmesi hayâli, Vecdi Bingöl’ün, ne ölçüde romantik olduğunun da güzel bir örneğidir.
Gurbet Akşamları
Enginde yavaş yavaş, günün minesi soldu,
Derdim bana arkadaş, bugün de akşam oldu.
Gölgeler indi suya, kuşlar vardı uykuya,
Gurbeti duya duya, bugün de akşam oldu.
Su yürür fısıldaşır, gider yâre ulaşır,
Yolcu yolda dolaşır (yaraşır), bugün de akşam oldu.
Eski kültür ve irfanımızın, mektup mimârisi, aşkın bir parçası ve âşık için vuslattır. Gönüllerimizin, uzaktaki yakınlarımız ve sevdiklerimizle bağı olan mektuplar, şâir Vecdi Bingöl’e, şiirden mektuplar yazdırmıştır. Özellikle bayram tebriklerini, mısralarla kartpostallaştırmıştır.
Bu bayram da, yine her bayram gibi.
Gönlümüzü verdik özleminize…
Bir gurbet selâmı getirdik size.
Bu bayram da, yine her bayram gibi…
Kurban Bayramı, 1966, Âşiyan – A. Vecdi Bingöl
Vecdi Bingöl, güfte şâirliğinin yanı sıra, şâir mahâretiyle ve şiir tadında nesirle de, iç içe olmuştur. Zamanın gazete ve dergilerinde, okuyucularına, Vedat Yonca takma adıyla, yazılarını ulaştırmıştır.
Özellikle 1940’lı yıllardan başlayarak, Tahsin Demiray’ın yönettiği, “Ev – İş” dergisinde, bu tabiat sevdâlısı şâir, kendisine ayrılan sayfaları; bağa, bahçeye, ormana ve koruya çevirmiş, her cümleyi, her kelimeyi de, bahçelerle seralar, dağlar ve yaylalardan derlenmiş, çiçek demeti güzelliğinde sunmuştur.
Vecdi Bingöl, ilk evliliğini 1916 yılında, Bedia Hanım’la yapmış, bir yıl geçmeden, eşi, verem hastalığından hayâta gözlerini yummuştur. İkinci evliliğini ise, 1920 yılında, Remziye Hanım’la yapmıştır.
Uzun yıllar, astım ve nefes darlığı ile uğraşan, bu büyük güfte şâiri, 30 Ocak 1973 günü, solunum ve kâlp yetmezliği sonucu, Çengelköy’de Hakk’ın rahmetine kavuşmuş ve Kanlıca’da toprağa verilmiştir.
Edebiyatımızın, özellikle de şiir sanatımızın bütünü içerisinde, Vecdi Bingöl’ün önemli ve büyük şâirliğini değil ama, musıkîmizdeki büyük, hatta çok büyük, “Güfte Şâir”i olduğunu söylemek, gerçeğin tam ifâdesidir.
Hasan Oral Şen
Kaynak: turkyurdu.com.tr
Not: Bu siteyi (o zamanki ismiyle, turksanatmuzigi.org) yapmaya başladığım 2009 yılında; hem hayranlığım, hem de eser sayılarının çok olması dolayısıyla, Sâdettin Kaynak – Vecdi Bingöl “ikilisi” ile başlamış ve internet ortamında Vecdi Bingöl‘le ilgili arama yaptığımda, ne bir fotoğrafına, ne de hakkında bir bilgiye ulaşamayınca, inanamamış ve üzülmüştüm…
Daha sonra, kısa da olsa ajans.kemaliye.net – Hilmi Balioğlu kaynağından ulaştığım bilgi ile, Vecdi Bingöl sayfasını hazırlamıştım. Şimdi sitemi yeniden hazırlarken, diğer bütün sayfalar için yaptığım gibi, Vecdi Bingöl’ü de internetten yeniden aradım. Sayın Hasan Oral Şen‘in hazırladığı makaleye, turkyurdu.com.tr sitesinde rastlayınca, “Mal bulmuş mağribi gibi” (çok sevindim) aldım ve bu sayfaya ekledim.

Vecdi Bingöl hakkındaki bilgi eksikliğimizi gideren, her yönüyle mükemmel şekilde hazırlanmış ve turkyurdu.com.tr sitesi aracılığı ile paylaşılmış bu makalesinden dolayı, sayın Hasan Oral Şen‘e şükranlarımı ve saygılarımı sunuyorum. Sâlih Bora
Allah razı olsun. Nurlarda yatsın inşallah…