Prozodi nedir?

Prozodi sözcüğü, Latince “Prosodia”, İngilizce “Prosody”, Almanca’da “Prosodisch”, Fransızca “Prosodıque”, Yunanca “Prosode” kelimelerinden oluşmuştur.

Yunan asıllı Pros’e göre Ode (şarkı) sözcüğünde “şarkıya göre” demek olan prozodi, bu anlamla mûsikî ile olan akrabalığını ortaya koymaktadır.

Duyduğumuz, düşündüğümüz şeyleri bildirmeye yarayan ses ve işaretlerin tümü olan dil, insanlar arasındaki anlaşmayı sağlayan bir unsurdur.

Dil ve müzik, toplumların kültürel yapılarına direkt etki eden iki unsur olduğuna göre, bu unsurlar doğru kullanıldığında büyük faydalar sağlayabileceği gibi, yanlış kullanıldıklarında da, toplumsal kültür üzerinde pek çok olumsuz etki yaratacaktır.

Bu kullanımın bir parçası olarak prozodi, ancak dilin olduğu yerde vardır. Yani prozodi, her şeyden evvel dile dayanan bir uygulama ve inceleme ilmidir. Sonradan mûsikînin kapsamına giren prozodi, neredeyse tamamen bu ilmin konusu olarak anlaşılmaya başlanmıştır.

Bu sebeple, prozodi konusu hem edebî hem de musıkî açısından da incelenmelidir. Terminolojik olarak, batı kaynaklı olan prozodi, kelime anlamı itibariyle; “bir dili doğru vurgularla güzel konuşma bilgisi” olarak tanımlanabilir.

Edebî bir terim olan prozodi, aynı zamanda; kuvvet, zayıflık, şiddet, yumuşaklık, sadelik vb. bakımlarından çıkış yerlerine göre, her bir harfin hakkını vererek telaffuz etmek anlamını ifade eden ve Kur’ân-ı Kerim’in okunuşuyla ilgili olan “tecvîd” terimiyle de karşılanmaktadır.

Daha genel anlamıyla edebî prozodiyi; dildeki hecelerin vurgularına, uzunluk ve kısalıklarına, tonlama ve ritmlerine riayet ederek, kelimeleri düzgün okuma ilmi olarak tarif edebiliriz.

Ülkemizde prozodi konusunu ilk olarak ciddi mânâda ele alan kişi Hüseyin Sâdeddin Arel‘dir.

Bu konuda söz sahibi olan Arel, prozodiyi; “Bestelenecek güftelerin en iyi şekilde okunmasını ve terennüm edilmesini sağlamak için onlara nasıl ses giydirileceğini, ne gibi vurgular verileceğini ve diğerlerine göre ne derece devam edeceğini gösteren bir ilimdir.” şeklinde tarif ederek, mûsikî içindeki diksiyona değinmiştir.

Bir mûsikî terimi olarak, şu anda çok daha kapsamlı bir ifadeye sahip olan prozodi, “sözle melodinin ve ölçülerdeki hece dağılımının uyumu, sözle bestenin ifadelerinin uyumu, sözle usûle yayılmış melodinin vurgularının uyumu” olarak çıklanmaktadır.

Bu konuda en geniş araştırmaya sahip olan Saadet Güldaş ise, mûsikî prozodisinin tanımına belki de son noktayı koymuştur. Güldaş’a göre prozodi: “Müziğin sözlere, sözlerin nağmelere çeşitli vasıtalarla uygulanması ve her ikisinin de beste diksiyonu, mânâ ve ahenk bakımından başarılı bir şekilde kaynaşmasıdır.”

Vurgu

Günlük konuşma sırasında, bazı heceleri kısa, kuvvetsiz ve alçak sesle telaffuz ederken, kimilerini uzun, kuvvetli veya yüksek sesle söyleriz. Aynı şekilde kelimeler üzerinde de gerçekleşen bu kuvvetli ve kuvvetsiz söyleyişler, dilde şiddet farkları oluştururlar.

Konuşma esnasında, kelimeler ağızdan döküldüğü sırada ikili aralıktan oktava kadar hemen bütün aralıklar kullanılmaktadır. Bu şekilde resitatif bir melodi oluşturmaktadır. Bu ezgilerde, tize doğru yükselen seslerin vurgulu oldukları görülür. İşte konuşma ve okuma eylemleri sırasında bazı hece ve kelimelerin üzerinde, diğerlerinden daha belirgin olarak yapılan baskı, “vurgu” olarak ifade edilmektedir. Prozodi sözcüğünün tanımlarında çokça rastladığımız vurgu, prozodi ilminin aslında çıkış noktasıdır.

Konuşurken, kelimelerdeki heceler ve sesler arasında, yükseklik ve şiddet farkları meydana gelir ve duraklar yapılır. Değişik duyguların etkisiyle cümlelerdeki hecelerin şiddeti gereğine göre azalır veya kısalır, tiz veya pest hale gelirler. Böylece kelimeler söyleniş bakımından monotonluktan çıkıp, dalgalı bir ses ahengine kavuşur. Kısacası bir mûsikî kimliği elde ederler.

Bir ezgi haline gelmeleri için sadece ses oranlarının kesin olarak belirlenmesi eksik kalır. Vurgu, konuşma dilinde olduğu gibi, sözlü mûsikîde de nihai derecede mühimdir. Konuşma dili ile mûsikî dili vurguda eşdeğer olduklarından, dil vurgusu ile mûsikî vurgusu her daim birleşmişlerdir. Ancak, bir mûsikî cümlesinde melodiler ve düzüm grupları, özel bir şekilde vurgulanırlar. Şayet sesler aynı tonda çalınacak veya okununacak olursa, eserde yorum ve canlılık kaybolur.

Bestecinin iki amacı vardır: Yarattığı eser hem duygularını ifade etmeli, hem de eserin kurgusundaki “sanatsal doğruluk” isteğini doyurmalıdır. Bu doğrultuda mûsikî vurgusu iki şekilde yapılır: Usûllerde kuvvetli zaman, doğal olarak vurgulu demektir. Bunun yanında, “es” lerden sonra gelen sesler her zaman vurgulu oldukları için, bestekâr bunu, müzikal anlatımda kullanabilir. Bu şekilde meydana getirilen vurgulara, “ezgisel vurgu” denir. Bir de “ifade vurgusu” vardır ki; o da iki şekilde gerçekleşir.

Ya cümle içinde kendinden doğar, buna “mantık vurgusu” denir, yahut cümlenin söylenmesi sırasında, söyleyen kişinin içinde bulunduğu hislerden kaynaklanır. Bu da “duygu vurgusu” olarak adlandırılmaktadır. Sözlü mûsikîde bunları sağlamak için, kelimelerin anlamına uygun vurgu yapılmasının yanı sıra, bestekâr “kreşendo, dekreşendo, piano, forte, vb. gibi nüans işaretlerinden de faydalanarak “ifade vurgusu” yaratabilir.

Güfte – Şiir münasebeti

Güfte, mûsikînin kaidelerine bağlı kalan bestelenmiş şiirin adı olarak, Farsça “goften, güften” mastarından gelen “söylenmiş” anlamında bir terimdir. “Lisan bestesi” olarak tanımlanan şiirde, bu yönüyle bir güfte adayıdır. Kâr, Beste, Ağır Semâi, Yürük Semâi formlarının güfteleri, bestekârlar tarafından Dîvan Edebiyatı şiirlerinden seçilirken, Kâr-ı Nâtık formlarında “mûsikîyi bilen şâirler tarafından özel olarak bestelenmek için yazılan” şiirlere rastlanmaktadır.

Bu şiirlerde birbirini takip eden ve birbiriyle ilişkili makam ve usûl isimleri kullanılırken, maksat; adı geçen yerde o makam ve usûle geçki yapılması olsa da, makam ve usûl isimleri aynı zamanda gerçek mânâsını da şiire tevriye sanatıyla yansıtır. Örneğin “Nühüft” bir makam ismi olmasının yanında, “gizli, saklı” mânâsıyla da şiire ve dolayısıyla besteye etki eder. Makam isimlerini, mûsikî terimlerini tevriyeli kullanma, Dîvan şiirinin adeta geleneği halindedir. XVIII. yüzyılın ikinci yarısında güfte kavramı, şarkı formuyla beraber daha önemli bir konuma taşınmaktadır.

Güfte şâirliği kavramı, belki de bu formun tecellisidir. Güfte şâiri olan güftekâr şiirlerini, mûsikî estetiğini düşünerek yazar. Dolayısıyla güftekârın, şiirin hangi hallerde güfte olabileceğini anlayacak mûsikî kültürü ve mûsikî aşinalığı olmalıdır. Bu sebeple iyi bir güfte yazmak, iyi bir şiir yazmaktan çok daha zor bir iştir. Söz, besteciye ilham kaynağı olmalıdır.

“Bestekâr, eline geçen güfteyi okuduğu zaman gönlünün, yüreğinin titrediğini hissettikten sonra onu besteleme gayretine girerse, bu işte muvaffak olur.” Güfte yazarken, dinleyici de hesaba katılmalıdır. Şarkıyla bütünleşerek memleketin her köşesine ulaşacak olan güfte, mânâsı kolay kavranan ve mânâ ile bütünleşen mûsikî zevkine sahip olmalıdır.

Çoğunluğun rahatça anlayabileceği sadelikte güfte kullanma akımını başlatan, dinleyicisi ile konuşan, hitap eden, iz bırakan, daha giriş aranağmesi başlar başlamaz herkesin mırıldandığı müziği yaratan büyük besteci Sâdeddin Kaynak, bu gücünün büyük bölümünü, eserlerinin güftelerinden almaktadır.

Nitekim Selâhattin Pınar‘a “Ben bestelerimin çoğunu, güftelerdeki mısraların güzelliğine borçluyum” dedirten şey, güftenin tesir gücüdür.

“Bâkî dem vurma seyr-i makâmât-ı aşkdan
Geç âh ü nâle nağmeleründen karâre gel”

beytinde Bâkî, hem makam, seyir, nağme ve karar terimleriyle tenasüb sanatı yapmış, hem de ağlayıp inlemekten vazgeç, artık yeter diyerek “karar” kelimesi üzerinde tevriye sanatı yapmıştır.

Güftenin Prozodisi

Söz mûsikîsi için ön planda olan güfte, her şeyden önce müzikal bir şiirdir. Şiir okunmak, güfte ise bestelenmek amacıyla yazıldıklarından, aralarında önemli bir fark olduğunu söyleyebiliriz. Söz konusu, sözlü mûsikînin temel taşı olan güfte olduğundan, şiirin değil güftenin prozodisi ele alıncaktır. Güftenin prozodisinde en önemli unsur, “güftede mânâ prozodisi”dir.

Güftede Mânâ Prozodisi

Mânâ, bir kelimenin veya bir sözün, duygu ve düşünceleri anlatmasıdır. Bu anlatım, açık bir ifadeyle olabileceği gibi, keşfedilmek üzere kapalı ve gizli de olabilir. Güftede aranan özellik de, ister açık ister gizli olsun, mânâsı duyulan, anlaşılan şiirlerden seçilmesidir. Yani mânânın güfte açısından önemi büyüktür. Hatta bazı eserlerde, “güftenin tesiri altında kalmak, o güftenin istediği, arzu ettiği lahni, ona makam, usûl, yorum olarak yerleştirmek” birinci derece unsur olmaktadır.

Güftedeki mânâ prozodisinde edebî sanatların önemi çok büyüktür. Mânânın açık veya gizli ifadesinde, mecazlı anlatım olan edebî sanatlar, önemli rol oynar. “Sözlü mûsikî, güfteleri meydana getiren kelimeler arasındaki ilgiler, hissettirilen tedâiler (çağrışımlar) ve gerçekleştirilen sanatlarla muazzam bir anlam derinliğine ve genişliğine sahiptir.”

Güftelerde mûsikî açısından ifadeyi mümkün kılan ve bu yönüyle en çok kullanılan edebî sanatlar “mecaz sanatları olan”, “mecaz, teşbih, teşhis-intak, tezat, mübâlağa, tecâhül-i ârif, kinâye, hüsn-i tâlil ve istiâre”dir.

“Besteci, bu sanatları melodiye taşırken mûsikînin ifade gücünün çeşitli vasıtalarından yararlanır. Sitemi, öfkeyi, hayranlığı, mübâlağayı, korkuyu, tezadı, telmihi, kinâyeyi ve diğer ifadeleri, tizlerde haykırarak, coşarak veya monoton melodilerde dolaşarak, uzun sesler kullanarak, kısa, kesik, bol es’li notlar yerleştirerek, çeşitli tekrarlara giderek, entervallerle iniş, çıkışları sertleştirerek ve daha pek çok vasıtalarla, yakaladığı mecâzî ve lafzî mânâyı, porte üzerinde âdetâ resmeder.”

Güftenin mânâ prozodisinde tema, “aşk, sevgi, hasret, sevinç, umut, mutluluk, sitem, dargınlık, ümit, neşe, tabiat vb.” konulardan oluşmaktadır. Bu konuların işlenişinde, güfte şâirinin kullanacağı üslûbun sanatlı olması, bestekârın güftedeki duygu değişimlerini kavrayıp, bu farklı duygularını bestesine aksettirmesi açısından çok mühimdir. Bestekârın bu duyguları aksettirmesinde, imlâ estetiği de oldukça önemli bir rol oynar. “imlâ, bestekâra, mânâ ve telaffuz prozodisinde en büyük yardımcıdır.”

Günümüzde uzun hecelerdeki imlâ kurallarının kalkmış olmasına rağmen telaffuz edilişlerindeki estetiğin, melodilerde de kullanılması şarttır. Çünkü, mûsikî dili, yazı dili değil, konuşma dilidir. Tüm bu özelliklerle beraber, noktalama işaretlerinin güftedeki öneminden de bahsetmek gerekir.

“Nokta, virgül, noktalı virgül, iki nokta, soru, ünlem ve tırnak gibi noktalama işaretleri, bir metindeki durgu yerlerini belirtmenin yanında, cümlenin akıcılığını, mânâ değişikliğini ve mânâ zenginliğini sağlamaktadırlar. Zira bestekâr, bu noktalamalardan kendisine bir yorum çıkaracak ve uygun heceleri, kelimeleri ve hatta cümle ve mısraları vurgulayacaktır.”

Mûsikî dili prozodisi

Her milletin mûsikîsi, konuşma dilinin tabii ezgisinden kaynaklanır. Bu sebeple, konuşma dilini iyi bilen, mûsikî diline de hakim olur. Konuşma diline benzeyen ancak konuşmada farklılıklar içeren mûsikî dili, doğrudan melodiye, notaya dayalı, notadaki nüansları ve özellikleri bünyesinde toplayan bir lisandır. Bu lisanın yazı diliyle aralarında ortak hiçbir nokta bulunmamaktadır. Çünkü yazı dili, melodiden yoksun bir dildir.

Konuşma dili ise, basit bir melodidir. Konuşma melodisiyle, mûsikî melodisi birbiriyle etkileşim içindedir. “Mûsikî melodisinin notaları belli perdeler etrafında yoğunlaşıp, her perde, notanın uzunluğu kadar uzatılabilirken, konuşma melodisinin notaları, hecenin en yüksek perdesine, vurgusuna göre ayarlanmıştır. Perde isteğimize göre uzatılamaz.”

Her ikisinde de zaman değeri vardır ancak mûsikîde bu, usûlün değerleriyle kesinleşirken, konuşma melodisinde, konuşmacının isteğine bağlıdır. Yine her ikisi içinde suskunluk ifade eden “es” ler, mûsikîdeki kesinlik, konuşmadaki serbestlik açısından farklılık göstermektedir. Konuşma melodisinde her cümle, içerdiği anlam ve bu anlama bağlı tonlamalarla, kişinin kendisinin yarattığı bir kompozisyondur. Mûsikîde ise, bu anlam ve tonlamaların oluşturduğu motifler, kalıplar halinde, bestekârın cümleleri olarak yine sabitlik gösterir.

“Aynı notalar yüzlerce ağızdan dinlense bile, melodisi değişmez.” İşte mûsikî dilindeki bu değişmeyen sabitleşmiş melodinin, amacını, kast ettiğini çok iyi anlatabilmesi, konuşma dilindeki aynı prozodik vasıtalarla mümkün olacak ve “konuşulduğu gibi şarkı söyleyip, şarkı söyler gibi konuşulduğunda” mükemmellik kazanacaktır. Bu yönüyle, beste diksiyonu yani bestenin prozodisi, “sözün telaffuz edildiği gibi, aynı ölçülerle, nüanslarla, notalandırılması” olarak kabul edilebilir.

Bestede mânâ prozodisi

Vurgu, bestedeki mânâ prozodisinde en önemli unsurdur. Vurgu, mânâ prozodisini yaratan “mânâ vurgulaması”dır. Mânâ ise, nasıl konuşulduğu değil, ne konuşulduğu ve ne demek istendiğini ifade eden bir terimdir. Bestede anlam prozodisi, vurgunun önemli elemanlarından perde ile doğrudan ilgilidir. “Perde hem kelime heceleri, hem de kelime gruplarının aralarını açarak, onlara gereken mânâ ile diksiyon güzelliği sağlamaktadır.”

Günümüz sözlü eserlerinde mûsikî, güftenin emrindedir ve asıl amacı, güftenin anlamını bütün özellikleriyle çarpıcı bir şekilde ortaya çıkarmaktır. Bunu yaparken bestekârın, güftenin anlamını her yönüyle kavraması, söz-anlam topluluklarını ustaca ayırması ve bu anlamlara yönelik noktalama işaretleri ve mûsikî malzemelerini gerektiği şekilde kullanması icap eder. Bestekâr bu malzemelerden şu şekilde yararlanır:

  1. Gerekli yerlerde ayırıcı mahiyette bir takım es’lere yer verir. Mânâyı son derece arttırıcı büyük ve küçük değerleri olan es’ler sesimizin kesin olarak sustuğu, duyulmadığı yerlerde yapılır. Bu suskunluk çeşitli anlamları içinde barındırabilir.
  2. Kelimelerin son hecelerinde uzun sesler kullanır. Bu sayede hem duyguların devam ettiği, hem de sonrasında gelen kelime grubuyla belirgin bir şekilde ayrıldığı ifade edilir.
  3. Aralıklarını açmak istediği gruplarda saz bölümleri yapar. Klasik formlarda mısra’ın tekrarlanmasına zemin hazırlayan saz bölümleri, genellikle mısra sonlarında görülür.
    Günümüz eserlerinde hem melodi hem de mânâyı etkileyici bir vasıta olarak, kelime ve kelime gruplarından sonra kullanılmaktadır.
  4. Çeşitli terennümleri yerleştirir. (Sâdeddin Kaynak, âh, aman, hey, ha ha gibi terennümler kullanmaktadır.
    Güfteye dahil olmayan bu lafzî terennümler, ona mânâ derinliği kazandıran, kimi zaman anlamı tamamlayan bir özellik gösterirler.)
  5. Sık sık önem verdiği bölümleri tekrarlar. Günümüz şarkılarında bu tekrarlar, mânâ zenginleştirici, yorumlama vasıtası olarak karşımıza çıkmaktadır.
  6. Entervaller kullanır, perde değişimi yapar.
  7. Mânâca en uygun yerlerde, puandorg’lar kullanır. Duyguların aşırılığını vurgulamak amacıyla, bir yorumlama vasıtası olarak kullanılır.
  8. Güftenin anlattığı mânâya uygunluk sağlayacak bir makam seçimi yapar. (Makamları özelliğine göre kullanır.) Genellikle makamların duygusal özelliklerine göre seçim yapılır.
    “Mesela, Mâhur makâmı, seyri itibariyle, feryat etmeye çok uygun bir makamdır. Yıkılmış, harap olmuş bir gönlün anlatıldığı güfte için “gönül yakıcı” Sûz-i Dil makâmının seçimi uygun olur.”
    “Şen şakrak sözlerin olduğu bir güfte için son derece parlak ve renkli bir makam olan Kürdilihicazkâr makâmı seçilebilir.
    Uşşak, hem dünyevî hem ilâhî âşıkâne duyguların nağmeyle ifadesine çok elverişlidir.
    Hicaz, Segâh makâmı gibi hem lirik, hem mistik (tasavvufî), hem de gurbet duygularının tebliğine çok elverişli bir diziye sahiptir.
    Hüseynî, gurbet ve kır hayâtı konularının (pastoral) ifadesinde ideal bir seyir tarzına sahiptir. Hüzzam makâmı, melankolik lirizmi en güzel anlatan bir dizi ve seyre sahiptir.”
  9. Güftenin hareketine ve anlamına en uygun usûlü seçer. Güftenin konusuna uygun usûl seçimi, mertebelerle ilgilidir.
    Usûllerin 16’lık mertebeleri hızlıyken, sayı küçüldükçe ritim de ağırlaşır. Usta bir bestekâr, hüzünlü bir güfteyi neşeli, oynak bir usûlle bestelemeyeceği gibi, bunun tersini de yapmaz.
    Usûlün seçimi, mânâ prozodisinin yanında telaffuz prozodisini de etkilemektedir.
  10. En önemlisi, güftenin konusunda var olan duyguları melodik olarak tasvir etmeğe özen gösterir.
    Melodi ile duygu ve kelime tasviri, mânâ zenginliği yaratmada çokça kullanılmıştır.
    Tezimizin konusu olan Sâdeddin Kaynak‟ın eserlerinde de bu maddeyle ilgili pek çok örnek olduğu gibi, diğer maddeler de Sâdeddin Kaynak‟ın kompozisyonlarında ustalıkla kullandığı özellikler arasında yer almaktadır. Hazırlayan: Doç. Dr. Serda Tütkel Oter

Not: Başta hazırladığı tezi ile, “prozodi“nin ne olduğunu öğrenmek isteyenlerin (benim gibi), arayarak kolay bulamayacakları bilgileri sağlamış olan sayın Serda Tütkel Oter‘e ve bu tezi paylaşan sayın Reşat Önal‘a teşekkürlerimle. Sâlih Bora

Tacettin Tınaz’ın hazırladığı, Prozodi bilgileri videosu:

TÜRK MÜZİĞİNDE PROZODİ

Bir yanıt yazın