Şevki Bey

Şevki Bey, 1860 yılında Fatih’te, Kumrulu mescit semtinin Pirinççi Mahallesi’nde dünyâya geldi. Babası tarakçı Ahmed Efendi’dir. İlk öğreniminden sonra Rüştiye’ye devam etti ve buradan mezun oldu.

Sesinin güzelliği ve mûsikî yeteneği dikkatleri çekerek Mızıka-i Humayûn’a alındı. Burada bulunan hocalardan, özellikle o yıllarda aynı yerde öğretmenlik yapan Hacı Ârif Bey‘den yararlandı.

Ustalaştıktan sonra, sarayın fasıl topluluğunda hanendelik yapmaya başladı. Daha sonra da sarayın disiplinli hayâtından sıkılarak, istifa etti ve saraydan ayrıldı. Bundan sonra ölümüne kadar “Gümrük Nezareti”nde kâtiplik yaptı.

Yakın bir geçmişte yaşamış olmasına rağmen, hayâtı hakkındaki bilgilerimiz çok sınırlıdır. Yakın arkadaşı olan Ahmed Rasim Bey bile, birkaç paragrafın dışında geniş bilgi vermemiştir.

Anlatıldığına göre, ölümünden üç gün önce, yeni yaptırdığı takım elbiseyi giymiş ve resim çektirmiş. Buradan da, yakın dostu olan Beylerbeyli Gümrükçü Rahmi Bey’in evine gitmiş ve aynı gece 18 Temmuz 1891 tarihinde, daha otuzbir yaşındayken, kalp krizi geçirerek vefat etmiştir.

Ertesi gün cenazesi kalabalık bir toplulukla kaldırılarak, Beylerbeyi ile Kuzguncuk arasında bulunan Nakkaşbaba Mezarlığı’na defnedilmiştir. Ölümünden sonra o zamanki İstanbul gazetelerinde şu haber yayınlanmıştır: “Hanende-i Şehir Şevki Bey Cumartesi gecesi, Beylerbeyi’nde Gümrükçü Rahmi Bey’in hânesinde kalp sektesinden öldü. Mûsikîde üstad, fakat mest-ü müdâm (her zaman sarhoş!) idi…”

Şevki Bey besteleri

Şevki Bey’e karşı olan bağlılığını, onun ölümünden sonra da devam ettiren Mehmet Hafid Bey olmuştur. Şevki Bey sağlığında şarkılarının güftelerini formalar halinde ve muhtelif isimler altında neşretmişti. Bu formaların gördüğü rağbet üzerine, bütün eserlerinin güftelerini, (Yadigâr-ı Şevki yahut Mahsul-i Tabiat) ismiyle bastırmayı düşünüyordu, fakat ölümü buna engel olmuştur.

Hafid Bey, Şevki Bey’in bu arzusunu yerine getirdi ve onun bestelediği bütün güfteleri, o isim altında neşretti. Elde edilen kazançla, zavallı Şevki Bey’in kötü bahtlı, ihtiyar ana ve babasını maddî sıkıntıdan kurtarmaya çalıştı. Kabrine de taş diktirtti.

Bu taşın üzerindeki kitâbe, Hafid Bey‘in, Şevki’nin ölümüne ağlayan mersiyesinden bir parçadır. Otuzbir yıllık bir hayât süren Şevki Bey, hep rindane yaşadı. İçki alışkanlığı belki de bu kısa süren ömrün başlıca etkeni olmuştur.

Ahmet Rasim bey, çok soğuk ve karlı bir kış günü, tenha bir sokaktan geçerken, “bir don bir gömlek” soyulmuş ve sokağa atılmış bir kişiyi gördüğünü, yanına yaklaşınca da hanende Şevki Bey olduğunu anlayarak, sırtlayıp evine götürdüğünü anlatır.

Şevki Bey’in mûsikîde ilk hocası, Ticaret ve Nafıa Nezareti kâtiplerinden Necmeddin Bey’dir. Onun asıl üstadı ünlü bestekâr ve hanende Hacı Ârif Bey olmuştur. Bu nedenle, hocasının bestekâr kişiliğinin bütün inceliklerini kavramış ve onun devamı olduğu kabul edilir.

“… Şevki Bey son yüz senenin yetiştirdiği en büyük şarkı bestekârlarından biridir. Hocası Hacı Ârif Bey’in şarkı bestekârlığında açtığı çığırı genişleten, tamamlayan ve bunu erişilmez yüksekliğe ulaştıran Şevki Bey olmuştur.

Suphi Ezgi‘nin Türk Mûsikîsi’nin nazariyelerinden bahseden kıymetli eserinin üçüncü cildinde, çeşidi yirmi beşi bulan şarkı şekillerine dair verdiği örneklerin bir kısmını Şevki Bey’inkiler teşkil eder ki, bunlarda ve diğerlerinde görülen ses, usûl, geçki gibi ses mimarimize ait husûsiyetler onun yaratıcı kudretinin eşsizliğine birer delildir.”

“Bilhassa bir (Lied) halindeki bir güftenin baş tarafına koyduğu (Türkmen Yolunda) sözü, onun halk zevk ve sanatına ne kadar değer ve önem verdiğini ve mübarek Anadolu’muzun güzelliklerini yudum yudum tattırmaya ne kadar teşne olduğunu gösterir.” Şevki Bey şarkılarında, sözle sesin uyuşup kaynaşmasını, meselâ şu çok meşhur hüseyni şarkıda olduğu gibi, titiz ve hassas bir itina ile başarmıştır:

Nedir bu hâletin ey meh cemâlim?
Aman söyle perişan oldu hâlim.
Tükendi akl-ü endişem, hayalim,
Nasıl kıydı sana o kanlı zalim.

Bu manzumedeki ebedi bir ayrılığın verdiği heyecan ve teessür, sözden ziyade sesler arasında çırpınır durur. Şevki Bey’i şarkılarında gösterdiği şu harikulâde hususiyetleriyle, kendisinden altmış sene evvel ölmüş modern Lied’in yaratıcısı Schubert’e benzetebiliriz.

O da Schubert gibi hislerinin bütün sıcaklığını, inceliğini, şarkılarıyla terennüm etmiş, altıyüz’e yakın şarkı bestelemiş ve nihayet o da Schubert gibi, hayâtının otuzuncu yılında ölmüştür.

Böylece mûsikîmizde kendine özgü bir dekor yaratarak “asil ve ince zevkini kazandığı hocası Hacı Ârif Bey’in açtığı zengin dekorlu mektepten esaslı feyz alan Şevki Bey, eserlerinde yalnız kendi zevkine, rakîk uslûbuna ve hüsnitabiatına bağlı kalmıştır.

Onun içindir ki, zat-ı tabiatından doğan eserlerinde bir kibarlık ve asalet vardır. Hepsi şarkı olan eserlerindeki kompozisyon tekniğini, yâni ritm uyumu, usûl değişikliği ve özellikle geçkiler yönünden her bestekâra nasib olmayacak bir biçimde geliştirmiştir.

Şevki Bey, muhtelif makamlarda yüzlerce şarkı bestelemiştir. Yalnız Uşşak makâmından iki yüz’den çok eseri vardır ki, bir makam çerçevesi içinde birbirine benzemeyen bu kadar eser besteleyebilmek, ancak müstesna bir kabiliyetin işidir. Bu özellik, bir başka bestekârda yoktur.

Şevki Bey, eserlerine söz olarak; Recaizâde Ekrem Bey, Muallim Naci, Hafid Bey, Mehmet Sadi Bey, Reşad Paşa gibi şairlerden başka, birçoklarını da, edebiyat tarihimizde hiçbir iz bırakmamış şairlerin eserleri arasından seçilmiştir.

Çoğu bir acının, bazen bir sevincin hattâ bir düşüncenin donuk ve tutuk birer ifadesi olan bu manzumelerdeki heyecan ve mânâlar, onun melodileri ile canlanmış, daha tesirli bir mahiyet almıştır. Bu güfteler arasında, çeşitli şiir şekli ve vezinle yazılmış olanlara da rastlanır.

Bestekârlık yeteneğinin çok güçlü olduğu, yarım saatte bir beste, hatta günde sekiz – on eser bestelediği söylenir. Böylece bin kadar eser bestelediği halde, bunların çoğu kendisi tarafından bile unutulmuştur. Nitekim Şevki Bey ölümüne yakın bir tarihte,

Arza lâyık değil amma hünerim
Nâçizane bini buldu eserim

demiştir. Yaşadığı sürece belirli çevrelerin dışında pek tanınmamıştır. Bu kadar verimli bir bestekâr olması, bazı eleştirilere de neden olmuştur. Çok iyi hanende olduğunu, temiz ve güzel uslûbunu çeşitli kaynaklar belirtmektedir.

Bir süre lâvta çalmaya çalıştığını, fakat başarılı olamadığını, “Kira ile aldığım lâvtayı parçaladım. Ne yapayım? Akordu elimle, mızrabım kirişi ile, nağmelerini sesimle bastıramadım!” dediğini Lemî Atlı naklediyor. Otuzbir yıllık bu genç ömrün, on yıllık süresi içinde ortaya koymuş olduğu bin eserden günümüze; bir beste, bir yürük semai olmak üzere ikiyüzon’a yakın şarkısı gelebilmiştir. Tâhir Aydoğdu

Bir yanıt yazın