Münir Nurettin Selçuk Ve Müzik

Münir Nurettin Selçuk ve müzik

Münir Nurettin Selçuk, Türk müziği konusundaki görüşleri, Arap müziğindeki yeri, filmleri ve Şark Mûsikî Cemiyeti.

Münir Nurettin Selçuk ve Türk – Arap müziğindeki yeri

Hayâtı

Münir Nurettin Selçuk, 1899 yılında İstanbul’da doğmuştur. Sedarat Dairesi amiri ve Divan-ı Hümayun muavinlerinden olan babası Darülfünun’nun (eski İstanbul Üniversitesi’nin) İlahiyat Fakültesi İran Edebiyatı ve Kadıköy Sultanisi Fransızca öğretmenlerinden Nurettin Avni Bey‘dir. Annesi Hanife Hanım, Kütahyalı Hacı Ali Paşa ile eski sadrazamlardan, Abdurrahman Paşa soyundandır. Münir Nurettin Selçuk, Sadrazam Abdurrahman Paşa’nın küçük yeğenidir.

Anne tarafından Selçuklu ve Germiyanoğulları’na kadar uzandığı için, “Selçuk” soyadını almıştır.

İlkokulu Bayezid İbtida Mektebi’nde okumuştur. Soğukçeşme Askeri Rüştiyesi’nden mezun olduktan sonra, Kadıköyü Sultanisi’ne kaydolmuştur.

Münir Nurettin Selçuk’un sesinin güzelliği, 10 yaşındayken belli olmuş ve Rüştiye’ye devam ettiği sıralarda, Yeniköylü Hasan Efendi’nin öğrencisi olan Ethem Bey’in, Kadıköy’deki Darülfeyzi Mûsikî Mektebi’ne devam ederek, üç yıl sonra bu heyetle ilk konserini vermiştir.

Sonradan Üsküdarlı hoca Ziyâ Bey’le tanışmış ve ondan çok yararlanmıştır. Kadıköy Sultanisi’nin onuncu sınıfındayken, 1917 yılında, âilesinin ısrarı üzerine tarım öğrenimi görmek için Macaristan’a gitmişse de, öğrenimini tamamlamadan yurda dönmüş ve kendini müzik çalışmalarına vermiştir.

Zeki Tükel’in, Münir Nurettin Selçuk adlı röportajında, sanatçıya yöneltilen “Ses sanatkârı olmasaydınız ne olmayı arzu ederdiniz” sorusu üzerine bizzat Münir Nurettin Selçuk şu yanıtı vermiştir: “Hayâtımda başka hiçbir meslek seçmeyi aklıma getirmedim. Düşünün bir kere, beni Macaristan’a ziraat tahsiline göndermişlerdi. Bu tahsilde iken Türk müziği yüzünden, kitabın yaprağını açamadım.”

Ziyâ Paşa‘nın başkanlığı döneminde, parlak bir sınav vererek Darülelhan’a girmiştir. Bu sınav jürisinde, Refik Fersan da bulunmaktaydı. Hammamizade İsmail Dede Efendi‘nin (1778 – 1846) öğrencisi olan Zekai Dede‘nin (1825 – 1897) oğlu Ahmet Irsoy (1869 – 1943)’un, babasından meşk ettiği eserlerin hatâsız ve eksiksiz olduğu kabul edilmiştir.

Ahmet Irsoy, Darülelhan’da Tasnif Heyeti Başkanlığı yapmıştır. Münir Nurettin Selçuk’un Ahmet Irsoy’dan çok yararlandığı ve meşk ettiği bilinmektedir. İstanbul Belediye Konservatuarı, önceleri “Darülelhan” adını taşıyor ve Türk müziği öğretimi yapıyordu.

Münir Nurettin Selçuk, 29 Ekim 1923 tarihinde, Cumhuriyet ilan edilmeden iki ay önce, askerlik hizmetini yapmak için Teğmen rütbesiyle, Muzika-ı Humayun’a girmiş ve Cumhuriyet ilan edilince, aynı rütbe ile Ankara’ya gönderilerek, “Riyaset-i Cumhur İncesaz Heyeti”ne dâhil olmuştur.

Askerlik süresi bittikten sonra, bir yıl da sivil olarak çalışmasını sürdürmüştür. 1926 yılında, kendi isteği ile bu görevinden ayrılarak, İstanbul’a yerleşmiştir. “Sahibinin Sesi” şirketine plaklar dolduran sanatçı, bu şirket hesabına 1927 yılında, Paris’e giderek, Paris Konservatuarı’nın ünlü hocalarından piyano ve solfej dersleri almıştır.

Münir Nurettin Selçuk, 1928 yılında yurda döndükten sonra, Fransız Tiyatrosu’nda tek başına ve o tarihe kadar, müziğimizde görülmemiş bir biçim ve programla, ilk konserini vermiştir. Bu konser, sanat çevrelerinde ve basında büyük yankı yapmış ve onu herkes “Münir Nurettin Ekolü” olarak tanımaya başlamıştır.

Baha Kayserilioğlu, “Türk Ses Sanatının Dehâsı Münir Nurettin” adlı yazısında, bu konser hakkında şu düşüncelerini belirtmiştir: “Fransız Tiyatrosunda büyük çapta ilk konserini verdiği gün, hem sanatkârın kendi hayâtında, hem de Türk teganni (şarkı söyleme) müziğinin tarihinde bir dönüm noktası sayılabilir.

Zîrâ o gün müzik sevenler, Münir Nurettin’i dinledikten sonra, Türk müziğinde o zamana kadar hiç yapılmayan, tamamiyle Avrupai bir teganni tarzı ile karşılaşmışlar ve şark ruhunu, ilerlemiş garp şan tekniğinde eriten büyük bir sanatkârın doğmuş olduğunu bizzat müşahade etmişlerdir.

Türk müziği denilince hemen hemen, sadece grup hâlinde söylenen ve okunan bir müzik hâtıra gelirdi. Münir Nurettin Bey bu telakkiyi tamamen ortadan kaldırarak, Türk müziğini, konser müziği haline getirmeye muvaffak olmuştur. Bizce Münir Nurettin’in en büyük hususiyeti budur.”

Fakat hemen ilâve edelim ki, sadece bu hususiyet dahi, Münir Nurettin Selçuk isminin, Türk Sanat Müziği Tarihi’ne altın harflerle yazılması için kâfi bir sebeptir. Münir Nurettin Selçuk’un solo konserleri Türk müziğinde yepyeni bir çığır açmıştır. Çünkü tek başına halkın karşısına çıkmakta ve yeni bir stille şarkı okumaktadır.”

Zeki Tükel’in, Münir Nurettin Selçuk hakkında yazdığı bir yazıda, bu konuda şu satırlara yer verilmiştir: “Bu hamle, alelâde şarkıcı mefhumunu ortadan kaldırmış, muganniyeliği bir sanat olarak gözlerimizin önüne sermiştir.”

Sanatçı, 1942 yılında Belediye Konservatuarı, “İcrâ Heyeti”ne girmiş ve kişisel nedenlerle bir yıl sonra buradan ayrılmıştır.

1953 yılında, İstanbul radyosunda müşavirlik yapan Münir Nurettin Selçuk, aynı yıl “İcrâ Heyeti Başkanlığı”na getirilmiştir. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Türk Müziği Konservatuarı’ında, repertuar dersleri vermiştir. Sanatçının çeşitli formlarda bestelediği 100’den fazla eseri bulunmaktadır.

Münir Nurettin Selçuk; Mevlana, Fuzuli, Nedim, Ahmed Paşa, Şeyh Galib, Ziyâ Paşa, Süleyman Nazif, Tevfik Fikret, Vecdi Bingöl, Yahya Kemâl Beyatlı, Fâruk Nafiz Çamlıbel, Behçet Kemâl Çağlar, Necdet Atılgan, Mûnis Fâik Ozansoy, Câhit Sıtkı Tarancı, Ümit Yaşar Oğuzcan, İsmet Bozdağ, Refik Ahmed Sevengil gibi ünlü şâirlerin şiirlerini bestelemiştir. Yurtdışında da çok sayıda konserler vermiştir. Münir Nurettin Selçuk, filmler çevirmiş ve bu filmlerde oynadığı rollerde şarkılar okumuştur. Birçok Mısır filminin müziklerini bestelemiştir.

Atatürk ve Şark Mûsikî Cemiyeti

Münir Nurettin Selçuk kimdir?

I. Dünyâ Savaşı sıralarında, Kadıköy’de, Ali Rıfat Çağatay‘ın başkanı olduğu Şark Mûsikî Cemiyeti kuruldu. Şark Mûsikî Cemiyeti heyeti, Apollon Tiyatrosu’nda (daha sonraki Hale Sineması) dillerde dolaşan konserler verdiler.

İstanbul müzik tarihinde önemli bir yeri olan “Şark Mûsikî Cemiyeti”, o zaman Yoğurtçu Çayırı adı verilen yerde bulunan, “Madenciler Köşkü”nü merkez olarak kullanıyordu.

Laika Karabey’in, “Şark Mûsikî Cemiyeti Nasıl Teşekkül Etti?” adlı yazısında, Şark Mûsikî Cemiyeti üyeleri hakkında şu bilgiler bulunmaktadır:

“Cemiyet üyeleri arasında Münir Nurettin ve Suat Beylerle Zahide ve Nezahat Hanımlar, yine keman Nuri, piyano Gazi Osmanpaşazade, Cemâl Beylerle, udi Hayriye Hanım, Tanbûrî Lâika Hanım, hânende Nebile Hanım, mandolin Kemal, violensel Fuat, flüt Faik Beylerle berâber, muallim olarak da Leon Hancıyan Efendi saz heyetini teşkil ediyorlardı.”

Bu konuda Laika Karabey’in makalesinde şu bilgiler de yer almaktadır: “Ali Rıfat Bey riyasete getirildi…İlk faaliyet olarak konser hazırlığı yapmaya başladı. Bu konser “Tanbûrî Cemil Konseri” adıyla ilan ve icrâ edildi.”

Laika Karabey daha sonra Mühürdar’da güzel bir binaya nakledildiklerini ve o zaman “Süreyya Paşa’”nın cemiyete reis olduğunu yazmış ve şöyle devam etmiştir:

“Süreyya Paşa’nın taht-ı riyasetinde teşekkül eden Şark Mûsikî Cemiyeti, evvelki Cuma günü ikinci konserini verdi. Cemiyetin salonları kamilen dolmuştu. Havanın çok fenâ ve yağmurlu olmasına rağmen, İstanbul’dan ve Kadıköyü’nün muhtelif semtlerinden akın akın dâvetliler geliyordu.

Konser o kadar güzel ve muvaffakiyetli oldu ki, çekilen zahmet ve yorgunluk unutuldu.” Laika Karabey bu konser için de şöyle yazmıştır: “Konsere tam üçte, Sultani Yegah faslı ile başlandı. Faslın hitamında Tahir puselik peşrevi mahâretle çalındı.

Konserin parlak parçalarından biri de, Tevfik Fikret‘in “Bahar-ı teranedar”ı idi. Münir Nurettin Bey tarafından bestelenen bu şiir, cidden güzel bir tarzda çalındı ve sürekli alkışlara mazhar oldu.” Şark Mûsikî Cemiyeti Heyeti, Atatürk’ün huzurunda da konserler vermiştir.

Laika Karabey yazısını şöyle sürdürüyor: “Reisicumhur Gazi Paşamızın, İzmit’ten vapurla Mudanya’ya gelerek Bursa’yı teşrif edecekleri haber alındığında, Halk Fırkası azalarıyla, İstanbul halkı mümessillerinden mürekkep bir heyet tarafından isticar edilecek “Moda” vapuruyla, Mudanya yolunda ve deniz üzerinde istikballeri takarrür etmişti.

Adalar açıklarında heyetimiz, bir iki fasıl çaldılar. Ve nihâyet Gazimizin vapuru gözüktü. Vapurlarımız birbirlerine yanaştı. Tekmil vapurumuz halkı, sıra ile birer birer Gazinin vapuruna geçti ve Gazimiz herbirimizin elini sıktı ve vapurumuza tekrar geldik. Ve Gazinin vapurunu tâkibe başladık.

Halaskar Gazimizi gördüğümüzden dolayı çok seviniyorduk. Nihâyet Mudanya’ya çıktık. Şimendöfere bindik. Bursalılar tarafından satın alınan Gazi Paşamıza tahsis edilen köşke gittik. Orada da tekrar teşerrüf ettik.”

Laika Karabey’in yazısında, Atatürk’ün Şark Mûsikî Cemiyeti Heyeti’ni çok beğendiği şöyle belirtiliyor: “Gazi Paşamızın mûsikîde behreleri olduğu için fevkalede beğendiler. Birkaç fasıl daha emrettiler.”

Münir Nurettin Selçuk ve Yahya Kemâl Beyatlı

Yahya Kemâl Beyatlı (1884 – 1958), Türk müziğini iyi bilen ve şiirlerinde geniş yer veren bir şâirdir. “Eski İstanbul bir ud sesindedir” sözü Yahya Kemâl Beyatlı’ya aittir. Varşova’da Elçi olarak görev yaparken, 1927 yılında yazdığı “Kar Mûsikîleri” adlı şiirinde:

Zihnim bu şehirden bu diyardan çok uzakta
Tanbûrî Cemil Bey çalıyor eski plakta
Birdenbire mes’udum işitmek hevesiyle
Gönlüm dolu İstanbul’un en özlü sesiyle
Sandım ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık
Uykumda bütün bir gece körfezdeyim artık

sözleriyle vatan özlemini ve Türk müziğine hasretini dile getirmektedir. Yahya Kemâl Beyatlı’nın müzikten sözeden birçok dizesi vardır. Münir Nurettin Selçuk‘un bestelediği Hicaz Gazel, “Aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın” Yahya Kemal’eâit bir şiirdir.

Yine Münir Nurettin Selçuk’un bestelemiş olduğu, “Çepçevre bahar içinde bir yer gördük” ve “Eslaf kapıldıkça güzelden güzele” rubaileri de Yahya Kemâl Beyatlı’ya aittir.

Ahmet Hamdi Tanpınar, İstanbul’u Yahya Kemal’den önce şiirlerinde anlatan şâirler olduğunu ve İstanbullu şâirlerin başında Nedim‘in geldiğini belirtmektedir.

Ayrıca Tanpınar, Yahya Efendi, Baki, Cafer Çelebi, Atayi ve Şeyh Galip‘in adlarını saymakta ve şöyle devam etmektedir: “Yahya Kemal’in onlardan farkı, İstanbul’un şâiri olmasıdır. O yaşanan bir medeniyetin hazır çerçevesinden değil, bir ferdiyetin adesesinden, bir daıssılaya benzeyen sevgiden ve bir tefekkürün arasından İstanbul’u gördü ve teganni etti. Belki daha ileri gitti, bu şehrin güzelliklerinde sanatın nizamını aradı.”

Yahya Kemâl Beyatlı, Münir Nurettin Selçuk’a şunları söylemiştir: “Bana söz ver Münir, benim şiirlerimi senden başka hiç kimse bestelemeyecek. Buna müsaade etmeyeceksin. Onları ancak sen besteleyebilirsin.”

İstanbul’u her semtiyle bir müzik olarak duyan Yahya Kemâl Beyatlı’nın dizeleri, Münir Nurettin Selçuk’un besteleriyle yeniden mûsikîleşmiş ve bu kez de İstanbul onları duyup, dinlemeye başlamıştır.

Münir Nurettin Selçuk’un Bazı Filmleri

Allah’ın Cenneti: İpek Film Kurumu, 1939. Yönetmen: Muhsin Ertuğrul; Yönetmen Yardımcısı: Necdet Mahfi Ayral, Senaryo: Ziyâ Şakir (Soko), Görüntü Yönetmeni: Cezmi Ar, Ses Mühendisi: Osman İpekçi, Ses Sistemi: Tobis-Klang Film; Kurgu: Muhsin Ertuğrul; Müzik Sâdettin Kaynak, Sözler: Vecdi Bingöl; Oynayanlar: Feriha Tevfik Negüz (Leyla), Hazım Körmükçü (Şadan), Behzat Butak (Şevket), Münir Nurettin Selçuk (Münir), Gülseren Sadak (Selma), Perihan Yanal (Nesrin), Hadi Hün (Nihat), Halide Pişkin (Nüzhet), Emin Beliğ Belli (Sertabib), Muammer Karaca (Veli), Yasemin (Yasemin), Hakkı Necip Ağrıman (Bahçıvan), Jeyan Mahfi Ayral (Nihal), Nezihe Becerikli (Seher), Lola (Necmiye); figürasyon: Neşet Berbüken, Muhip Arcıman, Yaşar Nezihi Özsoy, Saim Bilge, Şule; Çekim yeri: İstanbul, Boğaziçi; İlk gösterim: 26 Ekim 1939, İpek ve Saray sinemaları, İstanbul.

Filmde, Münir Nurettin Selçuk şarkı söylemeye başladığı zaman, sinemada büyük bir ses sanatçısının müzik dünyâsı yer alıyordu.

Kahveci Güzeli: İpek Film Kurumu, 1941. Yönetmen: Muhsin Ertuğrul,Yönetmen Yardımcısı: Necdet Mahfi Ayral, Senaryo: M. İhsan; Görüntü Yönetmeni: Cezmi Ar; Müzik: Sâdettin Kaynak; Sözler: Vecdi Bingöl ve Mustafa Nâfiz; Dekorlar: Rıza, Kostüm: Kenan; Kurgu: Muhsin Ertuğrul; Jenerik Yazıları: Süavi; Oynayanlar: Behzat Butak (Kahveci Baba), Münir Nurettin Selçuk (Tekin), Hazım Körmükçü (Keloğlan), Talat Artemel (Çin Veziri), Nezihe Becerikli (Zeynep), Hadi Hün (Hind Padişahı), Nevin Seval (Çin Prensesi), Yaşar Nezihi Özsoy (dervişlerden biri); Çekildiği yer: İstanbul, Süreyya Paşa Yalısı.

Bu filmde halkın aradığı şey, müzik olmuştur. Sâdettin Kaynak’ın bestelediği ve Münir Nurettin Selçuk’un okuduğu şarkılar içinde, “Ela Gözlerini Sevdiğim Dilber”, “Aşığım Baharın Yeşil Gözüne”, “Zeynebim uçtu gitti”, “Garibiz, Gurbet Bize Artık Bir Sıla Oldu”, “Çoban Kızı” ve “Yad eller aldı beni” bulunuyordu.

Osman Nihad, “Üstatla Neler Konuştum” adlı yazısında, Münir Nurettin Selçuk’a Sadullah Ağa filmiyle ilgili olarak şu soruyu sormuştur: “Sadullah Ağa’nın devrine âit hangi eserleri seçtiniz?” Münir Nurettin Selçuk yanıtı şöyledir: “Üçüncü Selim‘in Mihriban ile olan münâkaşasına âit ve filme uygun eserleri seçtim.

Sonra meselâ Üçüncü Selim‘in huzurunda “Sûz-i dîlârâ” besteyi söyleyecekler, Tanbûrî İshak Efendi’nin peşrevi, yine huzurda çalınacak, ne bileyim ben, Sadullah Ağa‘nın Mihriban için bestelediği, “Bülbül-i dil, ey gül-i rana senindir, sen benim” ile, yine Mihriban için bestelediği, “Nideyim sahn-ı çemen seyrini, cananım yok” gibi şarkılar mevzua göre yerlerine konacak…

Bundan başka, yine o stilde ve o devire âit bazı saz eserleri ve korolar da yapıyorum, yâni garp ve şark müziği karışık bir şekilde başlıyor ve sonunda şark müziği ile bitiyor. Bu filmde orkestrasyon da yapacağız, öyle ümit ediyorum ki, filmi önümüzdeki kış sezonunda görebileceksiniz.”

Sadullah Ağa (? – 1801?) Üçüncü Selim ekolünün en güçlü bestekarıdır. Ali Rıza Bey’in aktardığı bir rivâyet, sonradan Ziyâ Şakir’in romanına konu olmuştur. Bu roman filme alınmış ve filmde, Munir Nurettin Selçuk’la birlikte Perihan Altındağ Sözeri rol almıştır.

Kalamış Kulübü

Halil Nadaroğlu, “Bir Mûsikî Yuvası Kalamış Kulübü” adlı makalesinde şöyle yazmaktadır: “Güzel sanatların belki en sevileni olan müzik bu semtte her yerden daha fazla inkişaf etmiş ve daha fazla rağbet bulmuştur.

Filhakika (gerçekten, aslında) birçok ünlü mûsikîşinaslarımız burada yetişmiş ve yerleşmiştir. Kalamış kulübünün göze çarpan ilk hususiyeti müessisler arasında ve kulübün başında üstat Münir Nurettin ile İzzettin Ökte’nin bulunuşudur.”

Halil Nadaroğlu yazısında “… Geçen hafta üstat Münir Nurettin’in nâzik bir dâveti üzerine, mevsim dolayısiyle kulüp binâsı dâhilinde verilen konserlerden birini dinledik.

Konseri sonuna kadar vecd ile dinleyen kulübün seçkin azâları, “Kalamış Marşı” ismini verdikleri şâir Behçet Kemâl Çağlar‘ın, kulüpte misâfir kaldığı günler zarfında yazdığı ve Münir Nurettin tarafından bestelenen, Yok başka yerin zevki ne yazdan, ne de kışdan Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış’dan güfteli şarkıyı hep berâber okudular ve bizlere bu tatlı huzurdan bol bol tattırdılar.”

Halil Nadaroğlu’nun 1948 yılında kaleme aldığı bu yazısında, ünlü bestenin sözleri, “Yok başka yerin zevki ne yazdan, ne de kışdan” olarak geçmektedir. Bu sözler daha sonra, “Yok başka yerin lütfu ne yazdan ne de kışdan” şeklinde değiştirilmiş olmalıdır.

Münir Nurettin Selçuk’un, Türk Müziği Konusundaki Görüşleri

Münir Nurettin Selçuk, “Ses Mûsikîmiz” adlı makalesinde şunları yazmıştır: “Pek küçük yaşta müzik öğrenmeye başladığım sıralarda, hocalarımdan işitip her zaman hatırladığım mühim sözlerden bir tanesi de, “Türk müziği hânende müziğidir. Bunu da, ehlinden ve bir (fem-i muhsin) den öğrenmek gerektir” sözü olmuştur.

Sanatçı, aynı makalede kendisinin de, Ziyâ Bey, Hafız Ahmet Efendi, Hüsamettin Bey gibi büyük üstatlardan yıllarca meşk ettiğini ve dersler aldığını belirtmektedir. Münir Nurettin Selçuk’a göre iyi nitelikli okuyucular yetiştirmek için şunlara özen göstermek gerekmektedir:

  1. Ses müziğimizin ehemmiyetli ve ciddi eserlerini, ağır tavır ve nağmelerini gerek kuvveti gerekse tavır ve edası itibariyle icrâ ve ifaya muktedir olabilecek erkek seslerini ön planda ele almak ve onları yetiştirmeye çalışmak.
    Klâsik müziğimizin ses eserleri, erkek sesleri üzerine müesses bulunduğundan, kadın sesleri tek olarak gerek tonları ve gerekse tavır edaları itibariyle bu eski eserlerimizi ve ağır nağmelerimizi hakkıyla icrâya muktedir olmadıklarından, bunları ön planda ele almak istemiyor ve onların kendi seslerinin tonları ve nezâketiyle mütenâsip daha hafif daha hissi eserler ve meselâ, karlar, besteler ve saire gibi ağır eserleri okuyacakları yerde Yürük semailer, şarkılar türküler gibi eserleri okumalarına taraftar bulunuyorum.
  2. Bunları elde mevcut iyi tavırlı ve sâhibi selahiyet okuyuculardan meşk ve talim ettirip aynı zamanda ses için yaptırılması luzumlu ve faydalı olan ses temrinleri, gırtlak nağmeleri, çarpmalar, ağır ve kısa ihtizazlı eserler, nefes alma, telaffuz ve saire gibi sesi terbiye ve inkişaf ettirecek hususatı iyice ve bilfiil öğretmek.
  3. Küçük eserlerden başlayıp yavaş yavaş ve tedrici bir surette en büyük eserlere kadar tavır ve edası ve bütün incelikleriyle uzun bir müddet zarfında meşk ve talim ederek, kabil olduğu takdirde aynı hocalardan, olmazsa diğer hocalardan da nota, usul ve müzik nazariyatı dersleri aldırtıp, tam manasiyle olgun ve mücehhez olarak yetiştirmek.

Münir Nurettin Selçuk, aynı makalesinde şunları belirtmektedir: “İyi bir okuyucunun yetişmesi için lâzım olan bu esaslı noktalar itmam ve ikmâl edildiği takdirde, eski zamanlarda olduğu gibi zamanımızda da, azametli mûsikîmizi dâimâ yaşatacak ve ayakta tutacak ve nesillerden nesillere canlı bir misal olarak göstermeye muktedir olabilecek iyi okuyuculara ve icrâkarlara kavuşmuş, bu sahadaki boşluğu doldurmuş oluruz.”

Münir Nurettin Selçuk’un Bağdat Konserleri: Münir Nurettin Selçuk, 1950 yılı Nisan ayında Bağdat’a gitmiş ve Kral âilesine yakın kişilerin evlerinde misâfir edilmiştir. Orada son derece beğenilen konserler verdikten sonra, bir hafta Beyrut’ta kalarak Kahire’ye geçmiştir.

Cemâl Özge’nin “Müzik Magazin” dergisindeki bir röportajında sanatçının Bağdat gezisinden ve konserinden sözedilmiştir. 1 Mart 1955 tarihinde yayınlanmış olan söyleşiden, Münir Nurettin Selçuk’un aynı yıl Ocak veya Şubat ayında bu geziyi yaptığı anlaşılmaktadır.

Münir Nurettin Selçuk bu röportajda “Bağdat’a ilk kez gitmediğini, daha önce de bu ülkede bulunduğunu ve bu kez saz sanatkârlarından oluşan bir heyetle Bağdat’ta 10 gün kalarak konserler verdiğini” belirtmiştir.

Aynı yazıda Münir Nurettin Selçuk şunları söylemiştir: “Benim bu seyahatime iştirak eden sanatkârlar: Saz: Refik Fersan, Fahire Fersan, Cevdet Çağla, Vecihe Daryal, Ankara Radyosu sanatkârlarından Halil Aksoy ve İstanbul Konservatuarı icrâ heyetinden Vecdi Seyhun‘dur. Ses: Mefharet Yıldırım, Akile Artun, Şükran Özer, Mürşide Şener ve Gülseren Güvemli’dir.”

Münir Nurettin Selçuk, bu konser sırasında hoşuna giden bir olayı da şöyle anlatmıştır: “Bağdat’a ikinci seyahatimde benden bazı Türkçe eserler istenmiş, bu münasebetle kendilerine birkaç ses ve saz eserinin notasını vermiştim.

Son seyahatimizdeki konserde Bağdat Konservatuarı bir ara “Dil Seni Sevmeyeni” şarkısını Arapça olarak teganni etmişler ve saz eserlerini çalmışlar. Bu olay ve mûsikîmize karşı gösterilen yakın alâka gerek şahsımı ve gerekse arkadaşlarımı son derece memnun etmiştir.”

Sanatçının Bağdat konserleri hakkında Irak Konservatuar Müdürü Aziz Sami Bey şunları söylemiştir: “Münir Nurettin Bey, bütün mevcudiyetini sanata hasretmiş, sanatın adetâ ayrılmaz bir cüz’ü haline gelmiştir.

İşte bu sebeptendir ki, ruhlar onu dinlediği vakit büyük bir heyecan-ı bediinin tesiriyle titrer ve içten gelen bir sesle onun sanatına karşı hayranlığını tekrar edip durur.” Münir Nurettin Selçuk’un Mısır Konserleri: Selim Sezgin, “Münir Nurettin’in Bilmediğimiz Tarafları” adlı yazısında sanatçının hemen hemen her yıl eşi ve kızıyla birlikte Kahire’ye gittiğini, ona bütün doğunun hayran olduğunu belirtmekte ve şunları eklemektedir:

“..İki üç ay kalır. Kahire’deki konserleri orada adetâ bir hâdise teşkil eder… Biletler onbeş gün evvelinden tamamen satılan konser gecesi, sosyete onun bilhassa tanburu ile sahneye çıkıp okumasını çok arzu eder.

O da programına tanburu ile konser vereceğini ve hangi şarkıyı okuyup çalacağını koymak mecburiyetinde kalmıştır… Onu, eşi ve kızıyla köşklerine, konaklarına dâvet edenler pek fazladır. İstemeyerek dâvetlerini kabul edememek zorunda kalan Münir Nurettin, Kahire’de, bir bu derdimden şikayetçiyim, demektedir.”

Zeki Tükel, Münir Nurettin Selçuk ile yapmış olduğu röportajda, sanatçıya sorulan bir soruyu yöneltiyor:

– “Hemen hemen her sene Mısır’a gidiyorsunuz. Mısır müziği hakkındaki fikriniz nedir?”

Münir Nurettin Selçuk şöyle yanıt veriyor:

– “Bana bu sualin benzerini Mısır’da bir muharrir sormuştu. Verdiğim cevap şuydu: Sizin birçok film şarkınızı dinledim ve beğendim. Mısır bestekarları filme uyacak müzik parçaları vucuda getirmekte muvaffak olmuşlardır. Yalnız bu bestekarlar mütenevvi besteler vucuda getirmek ihtisasına malik değildir. Hamasi şiirlere karşı bulunan besteler iyidir. Saz ve ses için çok kıymetli arkadaşlarımız vardır diyebilirim, demiştim.”

Zeki Tükel, “Çöl Yollarında Bir Ses Sanatkârı Perihan Altındağ“adlı yazısında, Perihan Altındağ Sözeri’nin, Kahire yolculuğunda indikleri otelde Münir Nurettin Selçuk’la karşılaştıklarını, Münir Nurettin’in kendilerine Yusuf Vehbi’yi tanıştırdığını ve onun Kahire dışındaki film stüdyolarını gezdiklerini belirtiyor.

1896 Yılında Mısır’da doğan Yusuf Vehbi, lise yıllarında tiyatroyla uğraşmaya başlamış ve bu konuda öğrenim görmek için I. Dünyâ Savaşından sonra İtalya’ya gitmiştir. Zafer Sülek’in “Yusuf Vehbi” adlı röportajında belirttiğine göre; Yusuf Vehbi’nin babası Abdullah Vehbi Paşa’nın babası, yâni büyük babası Hacı Ali Bağdadi, Türk’tür Annesi Şefika Fehmi Hanım da Türk’tür.

Yusuf Vehbi, Zafer Sülek’e şöyle diyor: “Münir Bey her akşam radyoda benim için okuyuversin.. Bilir, ben onun sesine vurgunum.” Selim Sezgin’in, Radyo Haftası’nda yeralan bir söyleşisinde Münir Nurettin Selçuk, Kahire’de 24 Nisan 1950 Pazar akşamı, Kraliyet Operası’nda vermiş olduğu konser hakkında şunları söylemiştir: “Konserde Hariciye Veziri Selahaddin Bey, diğer vezirler, prensesler, prensler ve maruf simalar hazır bulundular.

Opera ancak maruf sanatkârlardan müteşekkil gruplara tahsis edilebileceği hâlde tek bir artist olarak şahsıma verilmiştir ki, bu hem Türk müziğine, hem de şahsıma karşı gösterilen yakın alâkanın ve sanat severliğin bir delilidir.”

Bir başka soru da şöyledir: “Abdulvahhab, Yusuf Vehbi gibi Mısırlı sanatkârlarla konuştunuz mu?” Münir Nurettin Selçuk’un yanıtı şu olmuştur: “Onlarla da, diğer Mısırlı film yıldızlarıyla da, her gidişimde konuşur, sanat mevzuunda hasbıhaller yaparız.

Hiçbir konserimi kaçırmazlar. Nitekim Opera’daki konserimde de hazır bulunuyorlardı. “Konserinizde size Arap mûsikîşinaslar mı eşlik ediyorlar?” Münir Nurettin Selçuk: “Evet! Operada’ki konserimi de Mısır’ın en maruf mûsikîşinaslarından 7 kişilik bir heyetin refakatiyle verdim.”

Münir Nurettin Selçuk ve Şadiye

Mahmud Buzeyne’nin Arap müziği ile ilgili kitabında belirttiğine göre Şadiye, Münir Nurettin Selçuk tarafından keşfedilmiş ve şarkı söylemesi için yine onun tarafından teşvik edilmiştir. Buzeyne, bu konuyla ilgili olarak şunları yazmaktadır:

“Şadiye ,1937 yılında Kahire’de doğmuştur. Asıl adı Fatma Şakir’dir. Onu, Türk müzisyen Münir Nurettin keşfetmiştir. Şadiye, çevresinde sesinin güzelliğiyle ün yapmıştı. Müzisyenler babasını ikna etmişler ve bunun üzerine, yine bir Türk olan Mehmet Nasrettin’den ud dersleri alarak müzik teorisini öğrenmiştir.

Oyunculuk yeteneği de olan Şadiye, müzik kapısından sinema dünyâsına girmiş ve şarkı söylemeksizin, birçok filmde oynamıştır. En ünlü filmi, “el-Mer’e el -Mechule- Meçhul Kadın” dır. Bu filmdeki rolüyle, en başarılı oyuncu ödülünü almıştır. Hilmi Rifle’nin yönetmenliğinde Kemâl eş-Şinnavi ile “el-Akl fi İcaze- Akıl Tatilde (İzinde)” filmini çevirmiştir. Şadiye, şarkı söylemesinin yanısıra, film çalışmalarını da sürdürmüştür.

İmad Hamdi’yle birlikte, “Akva min el-Hubb- Aşktan da güçlü” filmiyle büyük başarı kazanmıştır. Şadiye, 100’den fazla film çevirmiştir. Muhammed Abdulvahhab, Riyad es-Sinbati, Muhammed el Mevci, Mahmud eş-Şerif, Münir Murad, Belig Hamdi, Ferid el-Atraş, Muhammed Fevzi ve Kemâl et Tavil, onun için besteler yapmışlardır.”

Zafer Sülek, Radyo Magazin dergisindeki, “Mısır’da bir Türk Yıldızı: Şadiye Fatma” adlı söyleşisinde, Münir Nurettin Selçuk’un Şadiye’yi keşfetmesi konusuna şöyle değinmiştir:

“Bir gün, Kahire’deki Türk mahfilinde Münir Nurettin Bey, Kemâl Şakir Bey’i görür. Tanışırlar tabii… Kraliyet çiftliklerinde uzun müddet çalışmış, hâlen devlet hizmetinde bulunan bir ziraat mühendisidir.

İşte Münir Nurettin Selçuk Bey, bir gün Kemâl Şakir Bey’i, evinde ziyâret eder. Bu esnâda üstat, mutfaktan kulağa gelen bir sesle, tatlı bir iç ürpertisi duyar. Şadiye Arapça şarkı söylüyormuş… O tarihlerde Şadiye 13 – 14 yaşlarında bir kız çocuğu imiş. Üstat onu görür görmez, bu kız demiş, bugün değilse yarın muhakkak kuvvetli bir artisttir… Şadiye Mısır filmciliğinin parmakla gösterdiği büyük bir perde artisttidir.”

Zafer Sülek yazısında, Şadiye’nin babası Kemâl Şakir’in Mısırlı, annesinin ise Türk olduğunu belirtiyor ve onun son derece güzel Türkçe konuştuğunu ekliyor. Yusuf Vehbi Şadiye için, “Mısır filmciliğinin Jülieti’dir” demiştir.

Mısır’ın ünlü rejisörlerinden Hilmi Rifle, Şadiye hakkında şunları söylemiştir: “Ben filmlerimin dörtte üçünde Şadiye’ye baş rol veririm.” Şadiye, Zafer Sülek’in röportajında; “Türkiye’de, kendi vatanımda film çevirmeyi çok arzu ediyorum.. Münir Nurettin, Perihan Altındağ ve Safiye Ayla‘ya bayılıyorum. Türkçe şarkılardan yalnız “Ümitlerim Hep Kırıldı” şarkısını bilirim. Sesimin çok güzel olduğunu söylerler” demiştir.

Sonuç olarak Münir Nurettin Selçuk, yalnız ses sanatkârı kimliğiyle değil, aynı zamanda besteleriyle de yurtiçinde ve yurtdışında son derece beğenilmiştir. Bağdat’ta ve Kahire’de uzun yıllar üstüste vermiş olduğu konserler sırasında; Türk müziğini tanıtan, sevdiren ve sanat çevrelerinde takdir edilen bir kişilik olmuştur.
Prof. Dr. İnci Koçak

Yorum Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top