Ahmet Hatipoğlu

Ahmet Hatipoğlu

Koro şefi, ses, kudûm, tanbur sanatçı, bestekâr ve din âlimi Ahmet Hatipoğlu hakkında.

Hayâtı

Ahmet Hatipoğlu, 25 Eylül 1933 tarihinde, Burdur’da dünyâya gelmiştir. Babası, Hatip Hoca nâmıyla tanınan değerli bir din âlimi Mehmet Hatipoğlu, annesi, Meryem Edîbe Hanım‘dır. Dedesi Hasan Efendi, Burdur’un Arvallı köyünden gelip, Burdur’a yerleşmiştir.

Hatip Hoca, dinî sahada kapasitesi yüksek, konuları fazla ve eksiği olmadan, asliyetine uygun hüviyetiyle halka aktarmayı başarmış, ileri görüşlü bir din âlimidir. Bir asır evvel yazmış olduğu bazı eserleri, bugün halâ canlılığını korumaktadır.

Ahmet Hatipoğlu, kendi ifâdesiyle; küçüklüğünde yaramaz, yaramazlığının yanında o kadar da sevecen, içine kapanık, çekimser, evde fazla durmayan, dışarıda oyundan başka bir şey düşünmeyen, ağaçların tepesinden gün boyu inmeyen ve bâzen bir yerlerini kırıp eve öylece dönen afacan bir çocuktur.

Ses Sanatçılığı

Ssinin güzelliğini ilk önce kendisi, daha çocukken fark etmiştir. İlkokul çağlarında müsâmerelerde okuduğu şarkılarla, hocalarının ve dinleyenlerin ilgisini çekmiştir.

Bu müsâmereye çıkmadan evvel hocaları tarafından keşfedilen Ahmet Hatipoğlu, daha sonra İzmir Tilkilik Ortaokuluna başladığı ilk gün, boş bir derste okuduğu, “Dönülmez akşamın ufkundayız” şarkısıyla, hocalarının bir kez daha dikkatlerini çeker.

Bir hocası onu elinden tutup, ertesi gün İzmir Radyosu’na götürür. Bu ilgi ve alâka, onun mûsikîye olan şevkini bir kat daha artırmış ve mûsikîyle daha çok uğraşmasına vesile olmuştur.

Ankara Radyosu’nda 1955 yılında, stajyer ses sanatçısı olarak göreve başlamış ve çeşitli görevlerde bulunmuştur. Radyoda stajyerken, başından bazı tatsız olaylar geçmiş, üniversiteyi bitirmek için de bunları fırsat bilerek, radyodan istifa ederek ayrılmıştır.

Bir süre sonra, Radyoya tekrar dönmek istemiş ancak, bu sefer kadro olmadığı için, ses sanatçısı olarak değil, memur olarak göreve başlamıştır. Görevindeki başarısından dolayı radyoda, zamanla en üst kademelere kadar yükselmiştir. Kısa bir süre ses sanatçılığı yapmış olmakla berâber, o sürekli sesinin güzelliği ile ön planda olmuştur.

İcrâlarında özellikle Münir Nurettin tavrından hiç ayrılmamıştır. Yaptığı besteler aslında onun sesinin ve gırtlağının, ne derece üstün olduğuna bir kanıttır. Bestelerinin çoğunu, konserlerde kendisi icrâ etmiştir. Şimdi yetmiş yaşında olmasına rağmen, serbest olarak icrâ ettiği eserlerde bile gösterdiği üstün performansı, müzisyenler tarafından takdire şayan bulunmaktadır.

Bestelerindeki melodi zenginliği ve icrâsındaki yeteneği, benim de şahit olduğum bir konserde, hem koronun ve sâzendelerin, hem de dinleyicilerin onu, gözleri yaşararak izlemelerine sebep olmuştur.

Ahmet Hatipoğlu, mûsikîmizin klâsik icrâ ekolünün, günümüzdeki en önemli temsilcilerinden birisidir. Hem dinî mûsikî, hem de din dışı mûsikî icrâlarında, iki tarzı da klâsik meşk tarzıyla okuma üstünlüğüne ulaşan, günümüz mûsikî üstadlarının da takdir ettiği bir şahsiyettir.

Konserlerinde, hem sazların çalınış tarzını, hem de koronun okuma tarzını, hiçbir zaman bu uslûp dışına çıkartmamıştır. Bu, onun hem dinleyicilerine ve üstâdlarına, hem de kendisine olan saygısından kaynaklanmaktadır.

Hatipoğlu, aynı zamanda kendi duygularıyla yoğurduğu eserlerini, dinleyiciye aktaracak mükemmel bir ses sanatçısıdır. Müzisyen olarak onu diğer sanatçılardan ayıran en önemli özelliklerden birisi de budur.

Ahmet Hatipoğlu ve Turgut Özal

Tanbur Sanatçılığı

Târık Kip ile kütüphanede, nota işleriyle meşgul olurken, İsmail Baha Sürelsan Bey de klâsik koro şefi olmuştur. İsmail Baha Bey bu görevi üstlenince ondan, bu koroda kudûm vurmasını talep eder.

Hatipoğlu bu talebe olumlu yanıt verir ve radyoda her kademenin bir imtihanı olduğu için, kudûm sanatçılığı imtihanına girer ve kazanır. Böylece 1975 yılında, klâsik koroda kudûm sanatçısı olarak görevine devam eder. Ahmet Hatipoğlu, ilk olarak tanbur sazına merak sarmıştır.

Her sanatçının, bir ya da birden fazla enstrüman öğrenme aşkı vardır. O da tanbura iltifat eder. 1955 yılında Ankara’ya gelince ilk işi, biriktirdiği harçlıklarıyla bir tanbur almak olur. Ankara Denizciler caddesinde bir tanbur satıcısı olduğunu öğrenir öğrenmez hemen yanına gider.

Dükkana girdiğinde kendi ifâdesiyle, “Nemrut bir adamla” karşılaşır. Bu adam, Sezai isminde bir tanbur îmâlâtçısıdır. O sıralar Hatipoğlu, Ankara Radyosu’na yeni girmiştir. Adama bir tanbur almak istediğini söyler ve karşılığında, “Başka bir saz bulamadın da, tanbur mu alacaksın?” cevabını alınca, bu kişinin yaptığı işle, kendisinin tezat teşkil ettiğini fark eder.

Fakat adamın biraz deli olduğunu anladığı için, meseleyi pek önemsemez. Seçme şansı yoktur ve o günün parasıyla 100 lira karşılığında, kendi ifâdesiyle “et tahtası” bir tanbur satın alır. Hatipoğlu tanburla (kendi tâbiriyle), iki yıl kadar boğuşur. Tanburu da mûsikîyi öğrendiği gibi, kendi kendine, hocasız öğrenir. Aslında onun müzik nazariyatında hocası Arel‘in, “Mûsikî Mecmuası”dır. Ama tanburda bir hocası olmamıştır.

Ankara Radyosu’nda, dinledikleriyle yetinmek durumunda kalmıştır. Hocasızlığın yarattığı sıkıntıları sonradan idrak eder ancak, iş işten geçmiştir. Zîra, Tanbûrî Cemil‘i (1871 – 1916) çok geç zamanlarda dinlemiş olmasının, bir tâlihsizlik olduğunu ifâde ederken, saplantı haline gelmiş kötü kullanımların (mızrap ve parmak), artık kolay terkedilemeyen noktada oluşunun, kendisinde umutsuzluğa yol açtığını dile getirir ve “Bu husus benim, tanburu ikinci plana atmama sebep olmuştur” der.

Bu sebeple sanatta, muhakkak surette kişinin feyz aldığı insan yada, insanların olması gerekliliğini savunur. Bir sanatçının yetişmesinde, hocanın önemi çok büyüktür.

Talebenin uzun bir sürede uğraşıp elde edebileceği bir çok hususu, hocası talebesine çok kısa bir sürede öğretebilir. Böylece talebe zamandan kazanmış olur. Örneğin; tanburdaki mızrap tekniğini, parmak hareketlerini ve daha bir çok önemli hususu, hoca öğrencisine birkaç saat içinde öğretebilir.

Öğrenci de bu teknikleri, hocasının nezâretinde tekâmüle eriştirir. Hatipoğlu’nun ifâdesiyle “Amerika’yı yeniden keşfeden olmazsınız”. Yâni zaman bakımından, iktisâdi davranmış olursunuz. Hatipoğlu, radyoda tanbur sanatçılığı imtihanına girer ve bu imtihanı kazanarak, 1970 yılında tanbur sanatçılığı ünvânını alır. Aynı imtihanda İhsan Özgen, kemençe, Gültekin Yerdut da kanun sanatçısı olur. Hatipoğlu imtihanda çok başarılı olduğu için, jürinin de isteğiyle, ilk etap olarak radyodaki korolarda tanbur çalmasına karar verilir.

Koro Şefliği ve Hocalığı

Ahmet Hatipoğlu ve koro

Çeşitli aşamalardan geçildikten sonra 1977 yılında, Ankara Radyosu’nun, Gökçen Solak imzalı Program Müdürlüğün’nden çıkan ilk “olur”lu Tasavvuf Müziği Korosu, Türk sanat müziği Müdürü Orhan Özgediz zamanında, Ahmet Hatipoğlu tarafından kurulmuştur. Bu koronun şefliğini de Hatipoğlu üstlenmiştir. İkinci koroyu da, 1978 yılında yine kendisi kurmuştur. Türk müziğinde Mesud Cemil‘e kadar, “şeflik” diye bir müessese olmamıştır.

Şef, daha ziyâde hânendelerin başı ve elinde def olan bir kimsedir. Mesud Cemil bu konuda bir çığır açmıştır. Mesud Cemil, hem usûle, hem de eserin ruhuna nüfûz eden bir şeftir. Refik Fersan, konseri idare ederken, eserin usûlünü ellerinin hareketleriyle adetâ havada vurur, Münir Nurettin ise koroyu idare ederken, kudûmzenin hareketlerine dikkat edip, eserin usûlünün son darbını, kudûmle uyum arzedecek şekilde ellerinin hareketleriyle gösterirmiş.

Ahmet Hatipoğlu, tüm bu vasıfları şahsında taşıyan bir şeftir. Onu diğer şeflerden ayıran özelliği, Tasavvuf Müziği Korosu yönetmesidir. Bu müziğin kendine has ayrı bir ritm unsuru vardır. Coşku ve heyecanın zirveye ulaştığı dînî müzik konserlerinde, bu coşkuyu kendi içinde bizzat yaşayan şefin de, koroyu yönetirken takındığı tavrı ve vaziyeti, diğer koro şeflerinin hâlet-i rûhiyesinden ayrı olsa gerektir. Hatipoğlu’nun koroyu yönetirken, adetâ kendinden geçtiğine, tüm dikkatini eserlere ve onlardaki duygu seline bıraktığına şâhit olmuşumdur.

Öğrencileri

Ahmet Hatipoğlu, T.R.T. bünyesinde yetişmiş birçok değerli sanatçının hocalığını yapmıştır. Özellikle 1980 döneminde, T.R.T. için alınan stajyer ses sanatçıları dâhil, emekli olana kadar bu câmiada yetişen sanatçıların ses eğitiminde, büyük katkıda bulunmuş ve hizmet etmiştir. Vedat Kaptan Yurdakul, Cemile Uncu Karabulut, Nâlan Altınörs ve son dönemlerde; Elif Güreşçi, Erhan Parlat, Timuçin Çevikoğlu ilk akla gelenlerdir. Hatipoğlu emekli olduktan sonra da hocalık vasfını devam ettirmiştir.

Selçuk Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda Öğretim Görevlisi vasfıyla, buradaki öğrencilerin nazariyat derslerine girmiş, Gazi Üniversitesi Türk Tasavvuf Müziği Korosu şefliği ve hocalığını yapmıştır. Ahmet Hatipoğlu 1978 yılında, T.R.T. Müzik Dairesi Uzmanı, 1979 – 1980 tarihleri arasında, Ankara Radyosu Türk Sanat Müziği Şube Müdürü, 1980 yılında yeniden, T.R.T. Müzik Dairesi Uzmanı olmuştur.

Bestekârlık Yönü

Ahmet Hatipoğlu kimdir

Ahmet Hatipoğlu’nun aslında en önemli yönü, bestekârlığıdır. Hatipoğlu; tanbûrîdir, koro şefidir, idarecidir, ses sanatçısıdır. Dinî mûsikîmize ve Türk müziğine büyük katkıları vardır ama, hepsinin ötesinde, kendisinden her zaman söz ettirecek olan en önemli özelliği bestekârlığıdır.

Hatipoğlu’nun şarkı, saz eserleri vs. gibi eserleri de vardır mutlaka, ancak onu Hatipoğlu yapan, “Bu bir Hatipoğlu bestesidir” dedirten, onun Tasavvuf Müziği eserleridir. Tabiatıyla bu dönemde de dinî eserler besteleyen yüzlerce bestekâr vardır ancak, Hatipoğlu’nun tavrı, onun eserlerinin ritmik havası, eserlerin kendi içindeki terkibi ve prozodik yapısı ayrı bir estetiktir.

Bunların dışında Hatipoğlu, son dönemlerde kullanılırlığını yitirmiş ya da, bestekârların cesâret edemediği, büyük usûllü eserler de bestelemiştir ve bu eserler konserlerde icrâ edilip takdir görmüştür. Öteden beri teksesliliği savunan Ahmet Hatipoğlu, çok sesliliğe de karşı çıkmamış, hatta bazı eserlerinde buna yer vermiştir. Hüzzâm makâmında bestelediği, “Hu Zikri” buna bir örnektir.

Hatipoğlu bestekârlığa, yirmi yedi yaşında başlamıştır. İlk eseri, 1960 yılında “Elin avcumda çiçek taze mine…” isimli, semâi usûlündeki segâh eseridir. Hatipoğlu eserlerinde, klâsik tavrı yansıtır.

Eserlerin ona âit olduğu, müzik çevrelerince hissedilir. Eserlerinde, özellikle melodi zenginliği göze çarpar. Mûsikînin bütün imkânlarından faydalanmış, bir eserde birden fazla geçki yaparak, makamsal olarak zengin bir eser manzumesi çıkarmıştır.
Fâtih Koca
Kaynak: ankara.edu.tr

Not: Bu sayfa, Fâtih Koca’nın yüksek lisans tezinden kısmi olarak alıntılanmıştır.

hatiboğlu Ussak Esma Zikri

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top