
Türk sanat müziği bestekârlarımızdan Yusuf Ziyâ Paşa; hayâtı, besteleri, sitemde bulunan şarkılarının bütün bilgileri, sözleri, notaları ve video yorumları.
Hayâtı
Yusuf Ziyâ Paşa, 1849 yılında İstanbul’da dünyâya geldi.
Büyükbabası, Reşit Paşa’ya yakınlığı ile tanınmış olan “Meclis-i Mâliye” başkanı Mehmet Şakir Bey’dir. Oğlu Suphi Ziyâ Bey’in ifâdesine göre, âilesi silsilesi Sultan I. Mehmed dönemine kadar uzanıyor. Aile adı “Müfti-zâdeler”dir. Müftizâdeler âilece, daha sonra Yanya’ya yerleştiler.
İlkokul ve rüştiye öğreniminden sonra özel öğretmenlerden ders alarak özenle yetiştirildi. Edebi bilgilerin yanı sıra, politika da öğrendi. Çok iyi Fransızca bildiğinden, daha o yıllarda yaptığı çevirilerle çevresinin dikkatini çekti.
Memuriyete ilk kez 1860 yılında, baba mesleği olan “Meclis-i Mâliye” odasında stajyer olarak başladı. Bundan dört yıl sonra, “Hariciye Nezâreti Mektûbi Odası Hulefalığı”na getirildi.
Hem iyi dil bildiği, hem de dışişlerinden iyi anladığı için, ülkemizde ilk kez konsoloslukların görevlerini düzenleyen teşkilâtı kurdu. Daha önce ülkenin konsolosluk işleri, “fahri” olarak yönetilirdi. Görevinde gösterdiği üstün başarı, düzenli olarak terfini sağlıyordu.
Yurt dışındaki ilk görevlerini; 1869 yılında Berlin ve Viyana’da, 1872 yılında Atina’da, 1874 yılında da, Petersburg gibi merkezlerdeki sefaretlerimizde “kâtip” olarak yaptı. Bundan sonra İstanbul’a döndü.
Bir süre, “Hariciye Nezâreti Umûmi Şehbenderiye” müdürü olarak çalıştıktan sonra, 1885 yılında Belgrad ortaelçisi olarak Yugoslavya’ya gitti. Daha sonra, sırası ile; Roma, ikinci kez Viyana, Paris elçiliklerinde bulunarak yurda döndü.
Devlet Şûrası (Danıştay) Mülkiye Dairesi üyeliği, 1895 yılında Şirket-i Hayriye başkanlığı ve Defter-i Hakani Nazırlığı (Tapu-Kadastro genel müdürlüğü) yaptı.
1908 yılında, “İkinci Meşrutiyet”in ilânı üzerine, önce Ticaret, sonra “Maarif Nazırlığı”, daha sonra “Dahiliye Nazırlığı” görevlerinde bulundu. “Maarif Nazırlığı” dört gün sürmüş, daha sonra kabine düşmüştür. Aynı sıralarda, Roma büyükelçiliği, sonra yine ikinci kez Defter-i Hakâni nazırlığına getirildi.
14 Hazîran 1910 ile 22 Hazîran 1914 tarihleri arasında, Washington büyük elçisi idi. Bu görevinden, yaş sınırını doldurması sebebi ile emekli oldu.
Birinci Dünyâ Savaşı sırasında “Âyan Azası” olan ve 1929 yılında hayâta gözlerini yuman Yusuf Ziyâ Paşa, Büyükada mezarlığında defnedildi.
Yusuf Ziyâ Paşa, Viyana’da bulunduğu yıllarda, Osmanlı İmparatorluğu ile Avrupa devletleri arasındaki bir anlaşmazlığı, devletler hukuku ile ilgili bir sorunu çözüme bağlamış ve ikinci dereceden “vezirlik” rütbesi almıştır.
Mûsiki çalışmalarına, daha çocukluk yıllarında Çırağan ve Bahâriye Mevlevîhânelerinde şeyh Hasan Nazif Dede’den ders alarak başladı. Yıllarca bu dergâh devam ederek, sesi güzel olduğu için mutribe hânende olarak katılırdı. Hüseyni Fahreddin Dede, çocukluk arkadaşıdır.
Kanûnî Ömer Efendi’den, mandalsız kanûn çalmasını öğrendi; bu sazı iyi çalardı. Ud çalmada da usta bir icrâcı olduğu biliniyor.
Yusuf Ziyâ Paşa’nın, Nişantaşı’ndaki konağı, bir konservatuar niteliğinde idi. Haftada en az iki kez müzik toplantıları ve sohbetleri yapılırdı.Bu toplantılara katılan;
- Hacı Ârif Bey,
- Hacı Faik Bey,
- Rifat Bey,
- Kemençeci Vasilâki,
- Tanbûrî Cemil Bey,
- Ali Rifat Çağatay,
- Lâvtacı Andon,
- Hanende Celâl Bey,
- Udi Sami Bey,
- Rauf Yekta Bey,
- Bestenigâr Ziyâ Bey,
- Kemani Ağa,
- Kemani Kirkor,
- Şevki Bey,
- İyi bir neyzen olan şeyh Nazif Efendi ve oğlu
- Hasan Efendi,
- Lavtacı Pepel,
- Hâfız Mustafa ve
- Hâfız İsmail gibi sanatkârlarla, dostluk ve sanat arkadaşlığı yapmıştır. İstanbul’a her gelişinde, bu toplantılar bir gelenek olarak devam ederdi. Emekli olduktan sonra da, ölümüne kadar devam etti.
Her toplantıda, önce müzik sanatımızın en nadide fasılları yapılır, bilimsel yönü tartışılırdı. O zamanki piyasa sanatkârlarının adını bile duymadıkları; ferahfeza, şedd-i araban, gerdaniye, nevâ, müstear, nişaburek, yegâh, sultânîyegâh, arazbar gibi makamların, en değerli eserleri okunurdu.
Paşa, özellikle nişaburek makâmını severdi; nitekim yaptığı eserlerle, bu makâmı zenginleştirmiştir. Bâzen Udî Nevres Bey‘in de katıldığı, bu toplantıların hanendeleri; Hacı Kirami Efendi, Kaşıyarık Hüsameddin Bey, Hâfız Şaşı Osman Efendi, Muallim İsmail Hakkı Bey olurdu.
Titiz bir koleksiyoncu olan Ziyâ Paşa, pek çok eski ve nadide eseri toplamakla kalmamış, notası olmayanları da notaya aldırtmıştır. Lavtacı Andon‘u evine dâvet eder, köçekçeleri çaldırtır ve Nevres Bey‘e notaya aldırtırdı. Böylece, iki takım Karcığar, bir takım Gerdaniye köçekçe takımı notaya alınmış, saba makâmındaki köçekçelerin notaya alınması ise, yarım kalmıştır.
İstanbul Belediye Konservatuarının çekirdeği olan Darü’l-Elhan onun fahri başkanlığında kuruldu ve okula bu adı Ziyâ Paşa verdi.
Bir bestekâr olarak, az ve güzel eserler vermiştir. Saz ve söz eserleri alışılmışlığın dışında bir orjinalite gösterir. Özellikle neva makâmındaki saz semâîsinde, Itri‘nin neva makâmındaki Kâr‘ının temasını ustalıkla işlemiştir.
Bütün eserlerine, eski ve ihtişamlı eserlerin kokusu sinmiş gibidir. Batı Mûsikisi’ni iyi bildiğinden, hemen hemen her eserinde bu mûsikîden esintiler vardır.
Mûsiki repertuvarımızda bulunan on kadar eserinden ilkinin sözleri, Nedîm‘e âit olan “Ey gül ne aceb silsile-i müşg-i terin var” güfteli bestesi olduğu söyleniyor.
Ünlü bestekâr Suphi Ziyâ Özbekkan ile, ûdi İbrâhim Ziyâ Özbekkan, Yusuf Ziyâ Paşa’nın iki oğludur.
Kaynak: eksd.org.tr