Necmi Rızâ Ahıskan

Necmi Rıza Ahıskan

Türk sanat müziği ses sanatçılarımızdan Necmi Rızâ Ahıskan’ın; hayâtı, sitemde bulunan seslendirdiği eserlerin ayrıntılı bilgileri, sözleri, notaları ve video yorumları.

Hayâtı

1914 yılında, İstanbul’un Bakırköy semtinde dünyâya gelmiştir. Annesi, Saime Hanım, babası, Ali Rıza Bey’dir.

On iki yaşında, âilesi Beşiktaş’a taşınmış, ilkokulu ve ortaokulu Beşiktaş, Şark Okulunda bitirmiş, daha sonra girdiği Sultanahmet Ticaret Lisesi’nden de, 1933 yılında mezun olmuştur.

Muhittin Rıza adında bir ağabeyi ve Adalet isimli bir kız kardeşi olan, daha küçük yaşlarında, sesinin güzelliği ve mûsikîye yeteneği ile dikkati çeken Necmi Rızâ, Vişnezade Câmii İmamı, Hoca Abdülkadir Efendi’den, on iki yaşında Kur’an dersleri almaya başlamıştır.

Hafızlığa çalıştığı yıllarda, Beşiktaşlı Hafız Rıza Efendi’den; mevlid, ilahi ve durak gibi dini mûsikî formlarından eser meşk etmiştir.

Daha sonrada hocasının isteği üzerine, Refik Fersan‘dan, şarkı, Kemâl Batanay’dan da, klâsik formda pek çok eser geçmiş; udi Bebekli Refik Talat Alpman, Suphi Ziyâ Özbekkan ve Nuri Halil Poyraz gibi, devrin en ünlü üstadlarından da ders almıştır.

Ses sanatçısı, Necmi Rızâ Ahıskan anlatıyor

“Ben, 1914 yılında, İstanbul’un, Bakırköy semtinde dünyâya geldim. On iki yaşındaydım, Beşiktaş’a naklettik. İlkokulu ve ortaokulu, Şark Lisesi’nde okudum, ondan sonra Ticaret yüksek kısmında tahsilimi ihmâl ettim.

Mûsikîye olan intisabım, merakım, 12 – 13 yaşından başladı. Oturduğumuz mahallenin de Vişnezade’dir ismi. Orada, imam efendinin oğlu, Hâfız İhsan, ezân okurdu sabahları, pek güzel sesi vardı. Benim de sesimin güzel olduğunu söylerlerdi.

Bir gün, İhsan Bey’in babası, beni dinledi: “Evladım, gel seni hâfız yapalım” dedi. Ailem bırakmadı. Ailemde, hoca ve hafız olmadığı halde, mutekit iman sâhibi insanlardır. Fakat buna rağmen, “hâfızlığa lüzum yok, derslerini, mektebini ihmâl etme” dediler.

Küçüklüğümden beri, oruç tutarım. Şimdi, her Ramazan ayında, Nişantaşı câmiinde, babamın ruhuna mukabele okuyarak, bu hıfzımı unutmamak isterim. Ben bu arada, hem mektebime gittim, hem de, bir buçuk senede hâfız oldum.

Hocam, Hafız Abdülkadir Efendi’ydi. Küçükken başladığım bu hafızlık dersleri esnâsında, fevkalâde mûsikîşinas bir zat olan, Beşiktaşlı Hâfız Rıza merhumun dikkatini çekmiş olacağım ki, benimle yakından alâkadar oldu.

İlk müzik âşıkım olan hocamdan, evvelâ durak ve mevlüt meşkettim. O bana, bütün dini eserleri meşketti. Sonra, “benim burada işim bitti evladım” dedi ve tanbûrî Refik Fersan Bey’e götürdü.

O zaman ben 16 – 17 yaşına gelmiştim. Refik Bey’den ve refikası Fahire Fersan’dan, pek çok istifâde ettim. Uzun bir müddet, şarkı meşkettirildim. İlk meşkettiğimiz şarkı, Bir dame düşürdü ki beni bahtı siyahım‘dır.

Onlar turneye gidiyorlardı, beni, Bebekli udi Refik Talat Alpman‘a götürdüler. Refik Talat Bey, fevkalâde ud çalardı ve büyük bir mûsikîşinastı, deniz yollarının, ikinci müdürüydü o zaman.

17 sene, onların bir âile uzvu, bir çocukları gibi, haftada iki gün Bebek’te, Ehram yokuşunu, 50 – 60 basamak merdiveni çıkardım yaz kış. Hemen hemen bütün klâsik eserleri, kendisinden meşkettim.

Sonra bana “Sende çok istidat var evladım, seni birisiyle tanıştırmak isterim” dedi. Kim olduğunu sorunca, “Münir Nurettin bey” dedi. Sonra kendisi bir ara rahatsızlandı ve ben bu aralarda, Beşiktaş’ta, Kaptan İbrâhim Ağa Câmiinde, muhabele okurdum akşamüstü.

Ezâna yakındı. Bir baktım, beni dinlemeye gelen pek kıymetli insanlar olmaya başladı ki, kendileriyle orada tanıştım,onların ismini size zikredebilirim: Cemâl Reşit Bey, Ekrem Reşit Bey, Vasfi Rıza Bey, Behzat Bey, Hazım Bey… onlar beni, haftada üç – dört defa iftara dâvet ediyorlardı.

Bir gece beni yine, Nişantaşı’ndaki evlerine iftara çağırdılar. İftardan sonra, operetleri oynuyorlardı, Lüküs Hayât felan, oraya gittik. Dönüşte, orada bir dini gece yaptılar. Mısırlılar felan vardı, araplar gelmişti o gece.

Ve şehir tiyatrosunun tüm kıymetli varlıkları oraya, sahura çağrıldılar: Hazım Kömükçü, Vasfi Rıza, Bedia Muvahhit, Behzad Budak, Mısırdan gelen iki arap, Sâdettin Kaynak, Hafız Fahri ve tanınmamış birçok kimse vardı.

Hepsi de, oruç tutuyordu. Ben de aralarındaydım, yaşım da, 17 – 18 idi. Bir aralık, bir odaya yalnız başıma çekildim. On dakika kadar sonra, kapı açıldı.

İçeriye Ekrem Reşit bey girmişti. Bana: “Neden böyle sessiz duruyorsun? Ben seni arıyorum. Bak seni, Münir Nurettin‘le tanıştıracağım” dedi.

Kendisini, sahnede ve ancak kışlık konserlerde dinlediğim ve hayrânı olduğum, Münir Nurettin de, odaya girmişti. Ticaret mektebine gidiyordum. Bâzen yaya giderdim, para biriktirirdim ve Münir Bey’in konserlerine giderdim. Saray Sineması’nda, balkondan dinlerdim. Münir Bey’le karşılaştığım andaki sevincimi, târif edemem.

Beni tanımıyor tabi, yanıma oturdu. Arap hafızlar, Kur’an okudular. Sâdettin Kaynak Bey’de vardı Allah rahmet eylesin. O da birkaç şey okudu. Münir beyden bir şey ricâ ettiler, hiç okumak istemedi.

Ekrem beyin isyanı üzerine, bize suzidil bir durak okudu. Bana da, Necmi Bey, biraz Kur’an okuyun dediler. Ben, bir sayfa kadar, Kur’an-ı Kerim okudum. O mecliste, çok iyi bir tesir bıraktım.

Ondan sonra, sahur sofrasına dâvet ettiler, çok kalabalıktı, yirmi kişi vardı. Münir Bey “evlâdım, sen benim yanımda oturur musun?” dedi, ben de Münir Bey’in yanında oturdum.

Bana iltifat etti, adresini verdi ve “evlâdım, ben seninle meşgul olacağım, gel benim evime” dedi.

Ben, Münir Bey’in evine gittim ve bana meşke başladı. Böylece, üstadla tanıştım ve bir sene kadar, mûsikîmizin, seçilmiş güzel klâsik eserlerinden birçok eser meşketti. Radyoda ilk konserimde, ismini söyletmeksizin, lütfen iştirak etti.”

“1935 – 1938 yıllarında, İstanbul Radyosu’nun açılışında, oraya girip, dört yıl kaldım ve oradan da çok faydalandım. İstanbul Radyosu’nda, ilk konserimi verdiğim zaman, geçirdiğim heyecânı, bugün bile târif edecek kelime bulamıyorum. Aradan bu kadar sene geçti. Şimdi her konserimde bile, aynı heyecânı duymaktayım.

İlk konserimde, heyecanla karışık, titremem de vardı. Şimdi tabi, titreme diye bir şey kalmadı. Ne güzel günlerdi. Bu ilk konserimde; Sâdi Işılay, Fahire Fersan ve üstad Münir Nurettin vardı. Münir Nurettin, tanburu ile, benim ilk konserime iştirak ederek, duyduğum sevinci, kat kat arttırmıştı.”

1937 yılında, İstanbul Türk Telsiz Telefon Anonim Şirketi’nin, tasfiye kararı alması üzerine, diğer sanatkârlarla berâber, 1938 yılında, Ankara Radyosu’nda göreve başlamıştır. İki yıl, burada çalışmış, sanatkâr Mesud Cemil‘in kurduğu, ilk koro çalışmalarına katılmıştır.

Necmi Rızâ Ahıskan’ın, sağlam temeller üzerinde kurduğu müzik sevdâsı, İstanbul ve Ankara Radyolarında devam ederken, 1941 yılında, babasının vefâtı üzerine, radyodan ayrılmak mecburiyetinde kalmış olan genç sanatçı, İstanbul Konservatuvarı, Türk Müziği İcrâ Heyetine tâyin olmuş ve pek çok konser vermiştir. Refik Talat Bey’in de, güzide öğrencisiydi.

“İcrâ heyetinde bulunduğum sıralarda, bir gün, mesai odasına girdiğim zaman, arkadaşlarımın, melek yüzlü ve hürmet telkin eden bir zatın etrafında, ihtiramla dizilmiş olduklarını gördüm.

Kemâl Niyazi Seyhun Bey, bana bu zatın, Şerif Muhittin Bey olduğunu söyledi ve onunla tanıştırdı.

Kendileri, bir eser okumamı arzu ettiler, okudum. Nezâket icâbı, beni taltif ettiler ve bana hocamın kim olduğunu sordular. Refik Talat Bey dediğim zaman, “Sizi, iki kere tebrik ederim, Türkiye’de, onun gibi ud çalan, ikinci bir kimse yoktur” dediler”.

Necmi Rızâ, kendisine bu denli değer katan hocasını, dâimâ saygıyla yâd eder ve “Herkes babasını kaybetme acısını, bir defa hisseder. Ben babamı ve babam kadar sevdiğim, hürmet ettiğim Talat Bey‘i kaybetmekle, bu acıyı iki defa hissettim” demiştir.

Radyo, konservatuvar ve özel konserlerde, etkileyici sesiyle, kısa zamanda halkın sevgi ve alâkasını kazanmıştır. Fırsat buldukça, câmi ve özel toplantılarda okuduğu Kur’an ve mevlidle de, halkın çok ilgisini çekmiştir.

Değerli sanatçı Muhsin Ertuğrul, “Vefatımdan sonra, mezarımda Kur’an oku” diye, Necmi Rızâ Ahıskan’a vasiyette bulunmuş ve bu vasiyeti, 2 Mayıs 1980 tarihinde gerçekleşmiştir.

Şerif Muhittin Targan, Sâdettin Kaynak gibi, bir çok sanatçı dostunun cenaze ve mevlid törenlerinde, Kur’an okumuştur.

Necmi Rıza Ahıskan kimdir

“1941 yılında, İstanbul Belediye Konservatuvarı, Türk Müziği İcrâ heyetine atandım. Bu heyetle, konserler verdim. Ayrıca, şahsi konserler de yaptım. İcrâ heyetinden ayrıldım ve sadece, İstanbul Radyosu’nda, ayda üç kere, solo okumaya başladım.

Bu arada, ticaretle uğraşıyordum. Beyoğlu’nda, bir kumaş mağazamız vardı ve kardeşimde birlikte, kumaş ticareti yapıyorduk.

Mûsikî benim için, amatör bir uğraş olmuştu. İstanbul Radyosu’nda, bir erkekler korosu kurmuştum. Bir süre de, onun yayınları devam etti. İftiharla söyleyeyim ki, bu arkadaş topluluğu, radyoda çok muvaffak olmuştur.

Radyodan ayrılmalarına sebep, sırf arkadaşlara verilen ücretin, değiştirilmiş olmasıdır. Kışın verdiğim konserlerin bazılarında, koro ile konser verdiğimde, koro iyi alâka görmüştü…”

İlk konserini, 6 Ocak 1948 tarihinde, Melek Sinemasında veren sanatçının, “Ada sâhillerinde” ve “Şu gelen atlı mıdır” okuduğu en meşhur şarkılardır.

Dönemin ünlü gazetecisi, Abidin Daver’in eşi, Neriman Hanım’dan dinleyip öğrendiği, kendisiyle özdeşleşen Ada Sâhilleri’ni, ilk defa bu konserinde okumuştur.

İlk konserinde okuduğu bu şarkısı, çok ilgi çekince, sonraki konserlerinde, “Necmi Rızâ Bey Ada Sâhilleri şarkısını okuyacak mı?” diye soran seyircilerle karşılaşmıştır.

1950’li yıllardan sonra Necmi Rızâ, mağazasında işiyle meşgul olmuş, ayda üç defa, İstanbul Radyosu’nda solo konser vermiş ve bazı hayır kurumlarının düzenlediği gecelerde sahne alarak, sevenleriyle buluşmuştur. 1950’li yıllarda, bu yoğunluğunda, tekrar konservatuvara girmeyi düşünmemiştir.

Şerif Muhittin bey‘in, konservatuavara gelmesiyle berâber, onun himmetleriyle, konservatuvar iyiye doğru gidiyor. Münir bey‘in de, yeniden iltihak etmiş olması da, büyük bir kazançtır.

Münir Bey, zannederim orada konserlere çıkmayacak, asıl lâzım olan şeyi yapacak, okuyucu yetiştirecek. Hepimiz zâten onu bekliyoruz. Ben tekrar konservatuara girmedim. Birinci derece vazifem, bildiğiniz üzere, ticarettir. İaşemi, bunla idameye mecburum.

Her gün mağazada bulunan ve ayda iki konsere çıkan, üstelik de konservatuvara girince, konserlerime vedâ etmek lâzım gelir. Halbuki kendi konserlerim, benim için çok yorucu olduğu halde, mânevi zevki de, o kadar büyüktür. Ondan kendimi, mahrum edemem.”

Sinema dünyâsından da, pek çok teklifler almış olan Necmi Rızâ, Dede Efendi adlı filmde, hem rol almış, hem de şarkı okumuştur. “İstanbul kan ağlarken” adlı filmde de, şarkılar okumuştur.

İpek film stüdyosu adına yapılan, “Cennetin Yolu” adlı filmde, kısa bir rolü olmuş ve şarkı seslendirmiştir. Yine Mısır film stüdyolarından, Ulemi Cairo ile anlaşarak, bir filmde rol almıştır.

Necmi Rızâ Ahıskan, aynı zamanda çok muziptir. 1955 yılının Eylül ayı sonunda, Karaciğerinden tedâvi olmak üzere, İngiltere’ye gitmiş ve ameliyat geçirmiştir.

Londra’daki nekahat döneminde bir gün, sabah saat on civarında, yakın arkadaşı, Avni Meserretçioğlu’nun küçük oğlunu, gezdirmeye çıkarmış ve bir hayvanat bahçesine gitmişler. Bir hayli dolaştıktan sonra, bir kafeste, etraftan atılan yiyecekleri zevkle yiyen bir ayıyı seyretmeye başlamışlar.

Necmi Rızâ Ahıskan, küçüğe “Bizim; ayının ağzına lâyık atacak bir şeyimiz yok, bâri, şu on kuruşu atalım” demiş ve cebinden çıkardığı bir on kuruşluğu ayının önüne atmış. Ayı parayı alıp çiğnemeye başlamış bir yandan da, önündeki tastan su içip garagara yapan bir ses çıkarmaya başlamış.

Bu işte bir acayiplik olduğunu sezen sanatkâr, küçüğe, “Yürü, galiba ayı boğulacak, kaçalım” demiş. Ertesi gün Necmi Rızâ, vakayı unutmuş ama bir başka hastanede yatan Münir Nurettin‘i ziyarate gittiğinde, Münir Beyin hanımı, “Aman yarabbi, şu İngilizler, insan kadar hayvan kıymeti de biliyorlar.

Dün bir hayvanat bahçesinde, insafsızın biri, ayıya şaka yapıp para vermiş. Hayvancağız, az daha boğuluyormuş, zavallıyı cankurtaranla hastaneye zor götürmüşler, midesini yıkayıp, parayı çıkarıncaya kadar, akla karayı seçmişler.

Bugün, bütün gazeteler, ayının zavallılığını ve para atan canavarı yazıp duruyorlar.” dediğinde, utancından, kulaklarına kadar kızarmıştır.

Bu yıllarda, çok sayıda bireysel konser vermiş ve İstanbul Radyosu mikrofonlarında okumuştur. Uzun yıllar, annesi ile berâber yaşamış olan, okumayı, şiir ve edebiyatı seven Necmi Rızâ Ahıskan:

“Çok samimi, üçlü bir grubum var. Burhan Felek, Bedii Faik, Vasfi Rıza Zobu. Bunlar çok zeki insanlardır. Onlarla olduğum zaman, yalnızlığı hiç hissetmem” diyen sanatçı, kendisine çeşitli sanatkârlardan oluşan iyi bir çevre edinmiştir.

Necmi Rızâ, dostlarının anılarından da anlayacağımız üzere, son derece şakacı, kişilikli, çok şık giyinen biriymiş. Mutlaka, Rebûl’un meşhur lavantasını kullanırmış. Hiç bir kadınla adı çıkmamış, dedikodusu duyulmamıştır.

Yakın dostlarından Sâdun Aksüt, anılarında Necmi Rızâ Ahıskan’dan bahsederken, Necmi Rızâ Ahıskan’ın, bazı kadınları çok beğendiğini ve etrafta gördüğü, tanıdığı ya da, ilk defa karşılaştığı güzel hanımlar için, içini çekerek, “Aman ne şahane şey bu. Kim bilir, dur yahu, günaha girmeyelim” dediğine şâhit olduğunu anlatmıştır.

Yakın dostu olan, aynı zamanda muhabir Burhan Felek, Necmi Rızâ Ahıskan ile ilgili çapkınlık anılarını sıkça yazınca; sanatkârın hayranları, Necmi Rızâ’ya, bu hikayelerin doğru olup olmadığını mektuplarında sormuşlar.

“Sadece kadınların bulunduğu bir adaya, beni atsalar, Allah göstermesin, onlar beni, lime lime ederler. Bir kadın, erkeğe saadet verir, fakat çoğaldı mı, kıyametin koptuğu gündür.

Beni böyle bir adaya atacaklarına, ondan daha insafsızca cezâ şekli var. Saray burnundan, denize atsınlar. Çapkın değilim fakat, bütün sanatkârlar gibi, güzele meylim var.”

Cihangir’deki evinin salonunda duran piyano, kendisiyle röportaj yapan bir muhabirin dikkatini çekince de, “Çalamıyorum maalesef. Yalnız Prof. Brankuççi’den, şan dersi alıyorum.

Sabahları bu piyano bana, ses egzersizleri için işime yarıyor.” demiştir. Sanatkara sorulan bir başka soruda, muhabire şöyle demiştir: “Rüyaya inanır ve uzun müddet tesirinde kalırım. Kahve falına da inandığım zamanlar çoktur.”

Necmi Rızâ Ahıskan ile ilgili müzik meclislerinde anlatılan hikayeler ve anılarda, çok yakın dostu Vasfi Rıza Zobu ile olan latifeleri, ayrı yer tutmuştur.

Her buluştuklarında, en üzücü mevzularda dahi şakalaşırlar ve hayâta, başka pencereden bakmayı bilirlermiş. Necmi Rızâ Ahıskan, sahneye çıktığında, çok heyecanlanan bir sanatkârmış. Bir konserinden sonra, gidip Vasfi Rıza Zobu’ya dert yanar:

– Vasfi Ağabey, konsere başladığımda, yaşadığım heyecan yüzünden, ilk şarkılarda hep tutuk oluyorum. Heyecanım yavaş yavaş dinerken, açılmaya başlıyorum. Ve konserin sonunda, tam açılıyor ve son şarkıyı, en güzel biçimde icrâ ediyorum. Bu durumdan kurtulmam için, bana ne tavsiye edersin?” Vasfi Rıza gülerek,

– Necmiciğim, konsere, sondan başla.

Hep bekâr kalmayı yeğlerken sanatçı, kendini, iki kere evlenmiş bulmuş ve kısa süren bu evliliklerinden, pişmanlık duymuş. İlk evliliğini yaptığı hanım, kendinden çok yaşlı bir kadınmış, mutlu olamamış ve şiddetli geçimsizlikten boşanmıştır. Bu yüzden, nazardan korunmak için, Eyüp Sultan’da kurban kestirmiştir.

Bir süre sonra, bu sefer de, kendisinden çok genç bir kadınla evlenip, boşanmak zorunda kalmış olan Necmi Rızâ Ahıskan, gene Eyüp Sultan’da kurban kestirince, tiyatrocu arkadaşı Vasfi Rıza dayanamayıp şöyle demiş: “Hayvanlıkları, hep sen yapıyorsun ama, nedense olanlar, zavallı hayvanlara oluyor, onların kanı akıtılıyor!”

İstanbul tarihinin yüzkaralarından olan, 1955 yılındaki 6 – 7 Eylül olayları, az kalsın Necmi Rızâ Ahıskan’ı da canından ediyormuş. Tanbûrî Necdet Yaşar‘ın bizzat şâhit olduğunu anlattığı olayda;

O yıllarda, Beyoğlu’ndaki kumaş mağazası sâhibi olan Necmi Rızâ Ahıskan, gayrimüslimlerin iş yerlerini yağmalayan çılgın kalabalıklardan, kendisini gayrimüslim sanmasınlar diye, dükkánının önüne çıkıp, avazı çıktığı kadar, Mevlid okuyarak kurtulmuştur.

Necmi Rızâ Ahıskan’nın, 6 Aralık 1966 günü, 35. sanat yılında, Emek sinemasında jübilesi yapılmıştır. Orhan Boran’ın sunduğu gecede, kendisi dışında, Nesrin Sipâhi, İnci Çayırlı, Nezahat Bayram, Münir Nurettin Selçuk ve Timur Selçuk sahne almıştır.

Jübilesinin ardından, Beyoğlu’nda kumaş ticaretiyle uğraştığı mağasını kapatmış ve çiçekçi dükkanı açmıştır. Bu dükkanı açmasında, dostları Burhan Felek ve Vasfi Rıza’nın ısrarı etkili olmuş, hayâtının geri kalan kısmını, Teşvikiye’de, Maçka Palas’ın altındaki çiçekçi dükkanında geçirmiştir. “…

Sonunda, artık mûsikîden, daha doğrusu, toplumdan uzaklaştım. Sadece arkadaşlarımla, sevdiğim bazı müzik âşıkı dostlarımla bir araya gelirsem, kendimi tutamayıp, okuyorum. Ben, Uşşak makâmının, birinci vurgunuyum. Her uşşak şarkı, benim şarkımdır.”

Ünlü Türk müziği sanatçısı Rıza Rit, müzik muhitlerine girişinde, Necmi Rızâ Ahıskan’ın payının olduğunu anlatır:

“Necmi Rızâ’nın, Beyoğlu’nda, Galatasay’dan Tünel’e giderken, güzel bir kumaş dükkânı vardı. O zamanlar, çok tutulan bir sanatçıydı. Ağabeyiyle birlikte işletiyorlardı mağazayı. Onlar vasıtasıyla, müzik muhitlerine girdim İstanbul’da. Sanırım, kabiliyetimi gördüler ve kabul ettiler.”

22 Aralık 1969 tarihinde, ağabeyi Muhittin Rıza Ahıskan’ı ve 23 Ocak 1975 tarihinde de, annesi Saime hanımı kaybeden Necmi Rızâ Ahıskan, 18 Ocak 1994 günü, İstanbul Esnaf Hastanesi’nde vefât etmiş ve ertesi gün, Feriköy Kabristanı’na defnedilmiştir.
Kaynak: emirertas.blogspot.com.tr

Yorum Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top